Tuesday, September 12, 2017

ARŞİVDEN: EOKA’nın “Vur Timi”nden Dionisis Malas, yaşadıklarını anlatıyor...

YENİDÜZEN
Kıbrıs: Anlatılmamış Öyküler...
Sevgül Uludağ

Caramel_cy@yahoo.com

ARŞİVDEN – 18 Aralık 2006-8 Ocak 2007 – YENİDÜZEN – "Kıbrıs: Anlatılmamış Öyküler…" – Sevgül Uludağ


*** EOKA'nın "Vur Timi"nden Dionisis Malas, yaşadıklarını anlatıyor...

Muratağa-Atlılar-Sandallar'da neler olmuştu?...

Dionisis Malas'la, aylar önce, bir düğünde karşılaşmıştım... Okurlarımdan biriydi... "İncisini Kaybeden İstiridyeler"in Rumcası'nı okumuş, benimle özellikle Muratağa-Atlılar-Sandallar (Marata-Aloa-Sandallaris) katliamı konusunda konuşmak istiyordu... Belli ki, bu bölgede bir şeylere tanık olmuş, bildiği şeyler vardı...
"Muratağa-Atlılar-Sandallar konusunda yazdıkların eksiktir..." diyordu...
"Katliamdan bir yıl kadar önce, Aloa'ya (Atlılar) yerleşen ve burada bir taverna açan bir Kıbrıslıtürk kadının bildiklerini araştırmalısın... Katliamı gerçekleştirenler, bu tavernaya çok takılırdı... Onların bir kısmı Piyi (Piperisterona – Alaniçi) köyündendi..."
Dionisis Malas, arkadaşım Kleopatra Bayada'nın kızkardeşi Ortodoksiya ile evliydi... Ortodoksiya ve Kleopatra, Makarios ailesindendi... Kardeş çocuklarıydılar Makarios'la... Dionisis de bu yüzden Makarios'a çok yakın olmuştu bir zamanlar... Şimdilerde daha çok Vasiliu'nun partisi EDİ'ye yakın durduğunu tahmin ediyordum...
Malas'la, güneydeki düğünde yaptığımız ve bana Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamıyla ilgili bildiklerini anlatmaya başladığı konuşmamız bölünmüştü – yanımıza birileri gelmiş, bir şey sormuşlar, konu dağılmıştı... Ardından Malas ve ailesi, düğünden ayrılıp evlerine, Baf'a dönmüşlerdi... Gitmeden sözleşmiştik:
"Gelip seni bulacağım Malas! Mutlaka konuşacağız!..."
Ancak bunu ayarlamak da aylar sürüyor... Sonuçta, sevgili arkadaşım Cus Bayada'nın yardımıyla Malas'ı buluyor, onun Lefkoşa'ya geleceği bir gün buluşmaya karar veriyoruz... Oğlu Stavros Malas, çevirmenliğimizi yapacak çünkü Dionisis Malas, İngilizcesi'nin böylesi bir röportaj için yeterli olmadığını söylüyor...
Bir Cumartesi sabahı saat 10.00'da güneye geçiyorum... Stavros'la birlikte Malas beni Ledra Palace barikatında bekliyor... Birlikte Strovulos'taki evlerine gidiyoruz... Stavros burada yaşıyor, Genetik Enstitüsü'nde çalışıyor. O bir genetikçi... Yıllar önce, İngiltere'de çalışırken, yeni bir keşifte bulunmuşlar, 12 tane yeni beyin geni keşfetmişler... Şimdi Stavros, Genetik Enstitüsü'nde, embriyonun beyninin nasıl geliştiği üstüne çalışıyor...
İçeride şömine yanıyor, çocuklar cıvıl cıvıl.. Dışarıda dişi bir köpek bizi görünce heyecanlanıyor... Arka bahçeye, Stavros'la Malas'ın birlikte yaptıkları gölgeliğin altına oturuyoruz... Burada bir saat yemek molası hariç, toplam beş saat geçireceğiz... Beş saat boyunca, hiç ara vermeksizin konuşacağız... Ve anlatılacak olanlar bitmeyecek, bu yüzden ileriki aylarda tekrar buluşup, anlatılmamış başka öyküleri de konuşmaya karar vereceğiz...
Ama şimdi Malas burada, Strovulos'taki bu evde, bu gölgeliğin altında, bana geçmişinden söz edecek, bana EOKA'nın "Vur Timi"nde olduğunu, İngiliz askerlere karşı sabotajlar yaptıklarını, Grivas'la aynı sığınağı paylaştığını anlatacak... Grivas'ın huylarını ve huysuzluklarını, Markos Drakos'u, aileden biri olarak Makarios'la ilişkilerini anlatacak... EOKA kapatıldıktan sonra Yorgacis'in "Teşkilatı"na nasıl girdiğini, burada dönenleri gördüğünde, teşkilattan ayrılmak istediğini ancak Makarios'un kendisine "Olmaz, orada kal, sen benim gözüm kulağım olacaksın" dediğini anlatacak...
Bana Aysergi'de (Yeni Boğaziçi) yaşadığı yılları, Makarios'un EOKA-B'cileri izlemek üzere oluşturduğu "Özel Tim"de yer aldığını, bu yüzden bölgedeki EOKA-B'cilerin ne yaptığını izlediklerini anlatacak... Bana Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamının nedenlerini izah edecek. EOKA-B'cilerin yaptıklarına karşı çıktığında, kendisi için de "Vur emri" çıkarıldığını, bu yüzden Lefkoşa'ya kaçtığını anlatacak...
Nihayet dönüş yolunda, Stavros bana o günlerde yedi yaşında bir çocuk olduğunu, EOKA-B'cilerin Aysergi'deki evlerine gelerek babası Malas'ı aradıklarını, bulamayınca çok öfkelendiklerini anlatacak.
EOKA-B'cilerden birinin yedi yaşındaki Stavros'un ağzına silah sokup, "Söyle! Baban nerede? Yoksa seni vuracağım!" dediğini anlatacak...
"Yedi yaşındaki bir çocuğun ağzına silah dayayan insanlar nasıl insan olabilir Sevgül?" diye soracak..
"Bunların savaşla alakası yoktu! EOKA-B'cilerin hiçbiri savaşa gitmedi! Onlar yalnızca pislik yaptılar! 15 Temmuz'dan sonra, daha önce yapamadıkları şeyleri yapmaya giriştiler! Vurdular, kırdılar, işkence yaptılar, tecavüz ettiler! Yedi yaşındaki bir çocuğun ağzına silah sokup babasını sordular! Ben babamın yerini bilirdim ama hiçbir şey söylemedim onlara... Babam Lefkoşada'ydı... O kadar dikkatsiz ve kendilerinden o kadar emindiler ki... Birbirlerine isimleriyle hitap ettiler ve ben bunları duydum! Bunlar bir tür "alt-sınıf"tı – IRA'nın şimdiki haline bak... Kuzey İrlanda'da uzlaşma sağlandıktan sonra, İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu'nun militanlarına ne oldu sanıyorsun? Tümü hırsızlığa, uyuşturucu satıcılığına soyundu! Bunlar da öyle yani, bir tür "alt-sınıf" ve ben onları hatırlıyorum..."
Malas konuşacak, konuşacak, konuşacak ve o konuştukça ben sersemleyeceğim, sarsılacağım, röportaj sırasında bunların hiçbiri yüzeye çıkmasa da, tıpkı dipten gelen bir dalga gibi, sonraları, barikattan kuzeye adımımı attığım anda, ateşim varmış gibi beni bir tür titretme tutacak, kulaklarımda bir uğultu olacak... Bu halde, bu enerjiyle eve dönmek istemeyeceğim, Önder alış-veriş merkezine gidip belki bu hal geçer diye bekleyeceğim biraz – burada karşılaştığım bir yeğenim, gözlerimdeki ifadeden korkacak:
"Noldu? Neyin var? Hasta mısın?" diyecek...
Ben "Yok, sadece bir röportajdan gelirim" diyeceğim...
O titremenin geçmesini bekleyeceğim ama olmayacak, geçmeyecek, yavaş yavaş eve, canyoldaşıma döneceğim...
Muratağa-Atlılar-Sandallar'da katledilmiş çocuklar için şöminenin üstüne mumlar yakacağım, saatler boyunca titreyeceğim... Kendimi toparlamam tam altı saatimi alacak...
Canyoldaşım, böylesi hallerime alışkın, onun için bu travmanın geçmesini sabırla bekleyecek... Ben ateşle oyalanırken yanımda oturacak... Bir arkadaşım bir mesaj atacak:
"Hemen gelebilirim!"
Çevremde sevdiklerim bütün bunları anlayışla karşılayacak ve ben bu röportajda yaşadığım travmayı altı saat içinde yavaş yavaş atlatacağım...
Zaten başka seçeneğim de yok: Yazmak için, araştırmak için, yaptığım işin temposunu ilerletmek için depresyonda kalma lüksüm yok! 6 ya da en fazla 12 saatte toparlanıp, kaldığım yerden devam edeceğim... Çünkü henüz anlatılmamış öyküler bitmedi ve Muratağa-Atlılar-Sandallar'da yaşanmış olanlar da bunun bir parçası...


EOKA'nın "Vur Timi"nde olan, İngilizler'e karşı sabotajlar düzenlenmesinde rol alan Dionisis Malas'la röportajımızı, oğlu Stavros Malas, Rumca'dan İngilizce'ye çeviriyor. Malas'la röportajımız şöyle:

SORU: Dionisis Malas... "Malas"ın anlamı nedir?
DİONİSİS MALAS: Yapıcılıkta kullanılan "Mala" var, oradan geliyor... Büyük büyük büyük dedelerimizden geliyor bu ismin kökeni... Çam ağaçlarının "males"ini kesiyordu o – "males" dediğimiz iri dallardır... Bu dallardan aletler üretirmiş... Ona "Malas" diyorlarmış... Baf'tandı, Kambos'tan... Cikko yakınındadır bu köy...

SORU: Doğum tarihin nedir Malas?
DİONİSİS MALAS: 12 Eylül 1939'da doğdum... Babamın adı Stavros, annemin adı Elpida'ydı... Elpida'nın anlamı "Umut"tur... Hem annem, hem de babam aynı köydendiler. 3 kızkardeşim ve bir erkek kardeşim var, yani beş kardeştik... Babam Stavros Malas ormancıydı, annemse ev hanımıydı.

SORU: Kambos'ta çocukluğunuz nasıl geçmişti?
DİONİSİS MALAS: O yıllarda olduğu gibi tepelerde oynuyorduk...

SORU: Çünkü o yıllar zor yıllar olmalıydı, İkinci Dünya Savaşı başladığında doğmuştunuz siz...
DİONİSİS MALAS: Bizim köyün iyi bir ekonomisi vardı, ormandan ötürü...

SORU: Yani ormanda büyüdünüz...
DİONİSİS MALAS: Evet, evet! Babamın peşine takılıyordum ve böylece pek çok Kıbrıslıtürk'le de temasım oluyordu...

SORU: O dönemden ne hatırlıyorsun?
DİONİSİS MALAS: Bizim köyün yanında, ormanın içinde bir başka köy vardı. Ormanın içinde olan tek Kıbrıslıtürk köyüydü o sanırım, Vrodişa'ydı bu... Ben o köydeki herkesle haşır neşir oluyordum, babamdan ötürü... İki isimleri vardı onların. Bir Hristiyan isimleri vardı ki bu gizliydi, bir de Türkçe isimleri vardı.

SORU: Yani bir Linobambaki köyü müydü bu?
DİONİSİS MALAS: Evet, ancak o dönem Linobambaki olduklarını söylemiyorlardı. İki isimleri vardı ama... Bir keresinde ben yedi yaşındaydım, ormanda çalışan bir kadın vardı, o babama gelmiş ve kızının vaftiz babası olmasını istemişti... Babam da "Olmaz, git!" demişti... "Köydeki bütün çocuklar vaftiz edilmiştir, herkes bunu gizliyor" diyordu kadın. Kadının adı Meyrem'di... Yani Maria... Ve babam bana bu kadınla ilgili bir hikaye anlattı. Kambos'ta vaftiz edilmişti bu kadın ve köyden birisi vaftiz babasıydı. Cikko Manastırı'na gitmişlerdi... Meyrem'in babası ona "Meyrem" diyordu, vaftiz babası da, "Gumbare! Onun adı Meyrem değil, Maria'dır" diyordu. "Sori gumbare, tamam, Maria" demişti adam...

SORU: Babanız tam olarak ne iş yapıyordu yani?
DİONİSİS MALAS: Orman bekçisiydi. Hükümet görevlisiydi...

SORU: Kambos'ta mı okula gittiydiniz?
DİONİSİS MALAS: İlkokula Kambos'ta gitmiştim... Sonra da lise yıllarında EOKA'nın isyancıları arasındaydım ve dağlara çıkmıştım!

SORU: Kaç yaşındaydınız o zaman?
DİONİSİS MALAS: 17 yaşındaydım... Henüz liseyi bitirmemiştim, EOKA'daki faaliyetlerim nedeniyle İngiliz ordusu beni "Wanted" listesine (arananlar listesine) koymuştu! Sabotaj aktivitelerim nedeniyle yani...

SORU: EOKA'da ne yapıyordun?
DİONİSİS MALAS: İngilizler'e karşı sabotajlar yapıyorduk... Ben Grivas'ın timindeydim...

STAVROS MALAS: Ancak buna geçmeden önce şunu eklemeliyim: Lefkoşa'daki Pancyprian Cimnasiyo'ya gidiyordu babam... Bu yüzden Lefkoşa'da kalıyordu. EOKA'ya alınmıştı... Sabotaj aktiviteleri yürütmek üzere alınmıştı EOKA'ya ve henüz bir öğrenciydi babam... İngiliz ordusu bunu öğrenince, onu "Arananlar" listesine koymuştu.

SORU: Bu sabotaj aktivitelerinden söz eder misin Malas?
DİONİSİS MALAS: Öğrenciyken "Vur Timleri"ne yardım ediyorduk. Hedeflerin belirlenmesinde veya bunlar hakkında bilgi toplanmasında yardım ediyorduk – veya kullanılacak mühimmatı taşıyorduk timler arasında. Örneğin Ledra Sokağı'nda bir İngiliz askeri yetkilinin vurularak yaralandığı bir olay vardı... Onu vuran kişiye, İki Sütunlu Ev dediğimiz bir evden silahı alarak götürmüştük. Silahı biz götürmüştük, o da alıp kullanmıştı ve bu İngiliz askeri yetkilisini vurmuştu.

SORU: Böylece İngilizler'in "Arananlar" listesine giriverdin!...
DİONİSİS MALAS: İngilizler de bu saldırıları fasilite eden öğrenci grubunu bulmaya çalışıyorlardı, sonuçta buldular kimler olduğunu ve bunlardan biri de bendim...

SORU: Nasıl buldular sizi yani?
DİONİSİS MALAS: Muhbirleri aracılığıyla... Öyle düşünüyorum. Bazı muhbirler vardı...

SORU: Zaten Kıbrıslılar konuşmayı da çok sever ve çoğu zaman da gönüllü olarak "muhbirlik" yapar çoğu, ödenekli değil!...
DİONİSİS MALAS: Bir keresinde Grivas şöyle demişti: "Kıbrıs özgür olduğu zaman, tüm limanlara ve havaalanlarına şöyle bir cümle yazacağım – Kıbrıslılar sır saklayamazlar!" Kıbrıslılar sır saklayamazlar!...
Bu dönemde Kıbrıslıtürkler'e yönelik duygularımız olumsuz değildi...

SORU: Seni EOKA'ya aldıkları ve sana sabotajlar konusunda eğitim verdikleri zaman, Kıbrıslıtürkler'le ilgili herhangi bir şey söylenmiş miydi?
DİONİSİS MALAS: Hayır, hiçbir zaman... Hiçbir zaman Kıbrıslıtürkler'le ilgili bir şey söylenmedi. Ancak kendimizi Kıbrıslıtürk polislerden koruyorduk... Kıbrıslıtürk polisler, İngilizler adına çalıştığı için, onlardan biraz uzak duruyorduk, onların bilgi almasını önlemek için ancak EOKA döneminde Kıbrıslıtürkler'le aktif bir çatışmaya girişmek gibi bir şey sözkonusu değildi... Kıbrıslıtürkler'e yönelik "nefret" duymuyorduk... Bu dönemde İngilizler "auxillary" (yardımcı) polis gücü oluşturup, yoksul insanlar arasından "auxillary polis" yazmışlardı...

SORU: "Auxillary polis"in ezici çoğunluğu, Kıbrıslıtürkler'den oluşuyordu...
DİONİSİS MALAS: Evet.. O dönem İngilizler, Kıbrıslılar'a bir çağrıda bulunarak, "auxillary polis gücü"ne yazılmalarını istemişti. Doğal olarak Kıbrıslırumlar gitmemişti yazılmaya – bu nedenle esas itibarıyla Kıbrıslıtürkler'den oluşan bir yardımcı polis gücü çıkmıştı ortaya... Bir kısım Kıbrıslırum da yazılmıştı ancak bunlar da daha sonra ayrılmışlardı bu polis gücünden... Özellikle kırsal, yoksul kesimlerde yaşayan Kıbrıslıtürkler, İngilizler'e karşı yapılan harekete sempatiyle bakıyorlardı.

SORU: Birkaç örnek verebilir misin Malas? Çünkü bu konular pek konuşulmuyor...
DİONİSİS MALAS: Bir örnek vereyim... Lefke'de EOKA savaşçılarına yardım eden bir Kıbrıslıtürk örneğini vereyim...
Bir EOKA savaşçısı vardı, benim timimdeydi o – bir operasyon yapmıştık ve o gruptan ayrı düşmüş, yolunu kaybetmişti. Bu kişinin adı Nonis Engrafu idi. Engrafu, yolunu kaybetmiş ve Lefke'ye gitmişti yanlışlıkla. Ve elbette İngilizler, her yana onun resimlerini asmışlardı, arananlar listesindeydi çünkü. Engrafu, bir kahvehaneye girmişti – bu kahvehane aslında bir tür kantindi ve İngiliz ordusuna aitti! Kantindeki adam bir Kıbrıslıtürk'tü ve onu resimlerinden tanıdı. Engrafu'ya "Burada ne aran? İngilizler yakalaycak seni!" dedi... Engrafu dehşete düşmüş ve hatta teslim olmayı düşünmüştü! Ancak bu Kıbrıslıtürk ona yardım etti, bir Kıbrıslırum köylüsüyle temas ettirdi kendini. Bu Kıbrıslırum köylü de Pavlos Stokkos isimli bir polis çavuşunu bilgilendirdi – o günlerde çavuştu Stokkos, daha sonra polisin başına geçecekti... Stokkos, Engrafu'yu motosikletiyle kaçırdı oradan ve onu köyden çıkarmayı başardı... Bu bir örnek, ancak hareketlerimize bölgemizdeki köylülerin sempatiyle baktığını görüyordum... Bir keresinde bir sabotajdan dönüyorduk – Pirgo ile Mansuras arasında bir sabotaj düzenlemiştik, bazı İngilizler ölmüştü bu sabotaj sonucu. Sonra gidip ormana saklanmıştık... Vrodişa'nın yakınlarından geçiyorduk daha sonra. O günlerde bu köyde yalnızca Rumca konuşurdu Kıbrıslıtürkler... Bir kamyonun arkasında işten köylerine dönen insanlar vardı. Kendi aralarında bağıra bağıra konuşuyorlardı... Bilirsin, köylüler, özellikle dağlık bölgelerin insanları, bağıra bağıra konuşur!... Aylardan Mayıs'tı, küçük bir derecik bulmuştuk – 6-7 saat koşuşturmuştuk ve bu derecikte yıkanıyorduk. Ben gözcüydüm, diğerleri de yıkanıyordu... Bulunduğumuz yerden yedi metre kadar uzaktaydı yol – kamyonun geldiğini duyunca ötekilere işaret etmiştim ve onlar da kendilerini suya atmışlardı, görünmemek için... Kamyondakiler, "Kopelya!" diyorlardı, "bizim çocuklar" yani, "İngilizleri öldürmüşler!" Neşeliydiler bunu söylerken! Bulunduğumuz yerden 100 metre kadar ileride orman bekçilerine ait bir evcik vardı – orada da bir ormancı vardı... Bu adam Pirgolu'ydu – Kıbrıslırum'du... Adı Thomaidi idi... Ona "Thomaidiiii!" diye bağırmışlardı... "Oğlanlar İngilizler'i öldürmüşler! Beş İngiliz öldürmüşler!"
Karanlık çökünce oraya gidip bu Thomaidi'yi bulmuştuk. Issız bir yoldu bu, Vrodişa'da tek bir kamyon vardı zaten o zamanlar... Şöförü de tanıyordum...
Oraya gittik, Thomaidi bize "Kimsiniz?" diye sordu, "Buradan geçiyorduk" demiştik... O zaman bize "Türkler buradan geçerken bana beş İngiliz'in öldüğünü söyledi" demişti. Biz bunu zaten duymuştuk daha önce!

SORU: Ve İngilizler seni arıyordu...
STAVROS MALAS: Her dönem arıyorlardı... Babamların saklanma yeri Cikko'daydı... Cikko Manastırı yakınlarında birkaç saklanma yerleri vardı... Bu anlattığı olayda, babamlar "üslerine" geri dönüyorlardı, İngilizler de onları arıyordu... Çoğunlukla bulamıyordu İngilizler onları çünkü o günlerde sahip oldukları olanaklarla, bunları ormanda izlemeleri kolay değildi....

SORU: Çünkü bu bir tür "gerilla savaşı"ydı...
STAVROS MALAS: Evet... Gerilla savaşı... Vurursun ve geri çekilirsin!... İngilizler'e karşı sürekli eylem vardı ancak bu eylemler, farklı timler arasında paylaşılırdı... Her zaman aktiftiler ancak timler sırasıyla eylem yaparlardı...

SORU: Grivas'la aynı sığınakta bulunduğunu söyledin röportajın başında... Bundan biraz söz eder misin Malas?
DİONİSİS MALAS: Dört ay süreyle aynı sığınıktaydık... İki tim vardı... Timlerden biri "ikinci hat" dediğimiz, "yedek" timdi... Bu ikinci timin işlevi, ansızın Grivas'ın yeri keşfedilirse, onu korumak ve kaçmasını sağlamaktı. Bir başka tim daha vardı ki, onlar da Grivas'ın sığınağında, onunla birlikte kalıyordu. İki tim arasındaki mesafe, ormanda 15 dakikalık yürüyüş mesafesindeydi...

SORU: Hangi yıldı bu?
DİONİSİS MALAS: 1956 yılıydı...
Timler arasında görev bölümü vardı. Örneğin bir gün bir timden iki kişi giderdi Cikko Manastırı'na, mektupları almak ve öte-beri getirmek için... Ertesi gün öteki timden iki kişi giderdi... Yani iki timi hayatta tutacak tüm bu destek çalışmaları, birlikte yapılırdı. Bir noktada Grivas bulunduğu yerden ayrıldı – bir aylığına bizim timin olduğu yere geldi ve bir çadır kurdu saklandığımız yerin yanına. Bir ay süreyle yanımızda kaldı... Bizim saklandığımız yerden 40 metre kadar uzakta küçük bir çadır kurmuştu...

SORU: Geriye dönüp baktığında ne tür bir insandı Grivas? Yüreğinde ne hissediyorsun?
DİONİSİS MALAS: Sert bir askerdi. Saldırgandı... Fikri sabitti...

SORU: Yani dar kafalı mı demek istiyorsun?
DİONİSİS MALAS: Kendi görüşünde ısrar ederdi... Bir asker olarak işine son derece bağlıydı... Grivas böyleydi... Ani patlamaları olan bir tipti...

SORU: Bir örnek verebilir misin?
DİONİSİS MALAS: "Manyak" sözcüğünü kullanabilirdim ama çok ağır gelirdi bu... Tam o değil yani sözcük... Şöyle izah edeyim: Bir şeyi aklına taktı mı, onu oradan söküp çıkaramazdınız!

SORU: Sizin timle kaldığı dönemde de bu ani patlamalara tanık oldun mu?
DİONİSİS MALAS: Pek çok kereler radyoyu dinlerdi, mesela İngiliz sömürgecilerin komutanı Harding'in söylediklerini dinlerdi – o zaman fena fena bağırmaya başlardı, söver sayardı! Ellerini ayaklarını savura savura söver sayardı! "Boğazını ısıracağım!" falan gibi şeyler söylerdi!

SORU: Belki başlangıçta İngiliz sömürgecilere karşı savaşan EOKA savaşçılarına bazı Kıbrıslıtürkler'in sempatisi vardı – ancak daha sonra İngiliz yönetimi altında çalışan Kıbrıslıtürk polisler EOKA'nın hedefi olunca, bu durum değişti... Bunu nasıl hissettiniz siz?
DİONİSİS MALAS: 1955-56'larda Kıbrıslıtürkler, İngiliz polis gücünün parçasıydılar... Emirlerini İngilizler'den alıyorlardı... 1955'ten beri Kıbrıslıtürkler bu sistemin parçasıydılar yani...

SORU: Evet ama ben bunu sormadım... Ancak önceleri Kıbrıslıtürkler, EOKA'nın hedefi değildi... Ancak daha sonra bazı Kıbrıslıtürk polisler EOKA'nın hedefi olunca, bu duygu değişti... Ben bunu sordum...
DİONİSİS MALAS: EOKA'nın Kıbrıslıtürkler'e karşı bir politikası yoktu... Bazı Kıbrıslıtürk polisler öldürülmüştü – onlar aktif kişilerdi, EOKA'yla ilgili olarak Kıbrıslırumlar'dan bilgi sızdırmaya çalışan kişilerdi bunlar.

SORU: Ve öldürüldüler...
DİONİSİS MALAS: Evet... Ancak "Kıbrıslıtürk" oldukları için değil, EOKA'ya karşı İngilizler için çalıştıkları için öldürülmüşlerdi...

SORU: Hangi yıldı bu mesela?
DİONİSİS MALAS: 1956'da Baf'ta oldu bu... Ancak bu dönemde pek çok Kıbrıslırum polis ve Kıbrıslırum sivil de öldürülmüştü, aynı nedenden ötürü... Tüm bunların İngilizler için çalıştığı varsayılarak öldürülmüşlerdi... Bu konuda pek çok tartışma var tabii... Örneğin bizim timin başı Markos Drakos idi...

SORU: Lefkeli'ydi galiba...
DİONİSİS MALAS: Evet... Çok iyi Türkçe konuşurdu... Her zaman bölgede keşif gezileri yapmayı severdi. İngilizler'e karşı çok aktiftik, sürekli saldırılar düzenliyorduk – timimizi de parçacıklara bölüyorduk ve Markos da bu saldırılara katılıyordu. Böylesi bir operasyondan sonra örneğin bir keresinde X Kıbrıslıtürk'le buluşmasından büyük bir heyecanla söz ettiğini hatırlıyorum... Örneğin bir keresinde Xero'da (Gemikonağı'nda) Markos Drakos, bölgenin İngiliz polis komutanına karşı bir saldırı düzenleyecekti. Polis şefinin aracı çok yakınından geçmişti Markos Drakos'un, buna karşın Markos ona ateş etmemişti çünkü aracın şöförü, onun Lefke'den tanıdığı bir Kıbrıslıtürk'tü. Markos oraya o İngiliz polis şefini öldürmeye gitmişti ama öldürmedi çünkü aracın şöförü tanıdığı bir Kıbrıslıtürk'tü... Geri döndüğünde ona polis şefini neden öldürmediği soruldu. O da, o Kıbrıslıtürk'ün adını vererek, onun şöför koltuğunda olduğunu, bu yüzden operasyonu gerçekleştirmediğini anlattı. Bu Kıbrıslıtürk, Lefkeli'ydi veya Lefke bölgesindendi sanırım çünkü Markos onu tanıyordu... 1955'lerde Volkan vardı, sonra 1957'de TMT ortaya çıktı... TMT çalışmaya başladığı zaman, bazı Kıbrıslıtürkler'in öldürülmüş olmasını, Kıbrıslıtürk toplumunu, Kıbrıslırum toplumuna karşı döndürmek için gerekçe yapmıştı. Özellikle tarlalarda onlar da bazı Kıbrıslırumlar'ı öldürüyordu ancak EOKA buna karşılık vermiyordu. Bu dönemde ben yakalanmıştım, tutukluydum ve Koççinodrimitya'da tutuluyordum...

SORU: Ne zaman yakalanmıştın?
DİONİSİS MALAS: Haziran 1956'da yakalanmıştım. 36 ay boyunca buradaki toplama kampında tutuldum, Koççinodrimitya'da...

SORU: Larnaka'yla ilgili öyküler yazdığım için, oradan biliyorum bunu... Mesela bir Kıbrıslıtürk polisi öldürdüğü zaman EOKA, o dönemde Volkan'ın sloganı "Bire beş" idi... Yani bir Kıbrıslıtürk'e karşılık beş Kıbrıslırum öldüreceklerini söylüyorlardı... Larnaka'da büyük bir olay olmuştu Baf'taki Kıbrıslıtürk polis öldürülünce... Volkan bir bildiri dağıtmıştı, şu Kıbrıslıtürk polis öldürüldü diye... İnsanlar heyecanlanmış, Kıbrıslırumlar'ın dükkanlarına falan saldırmışlardı... Sonra Aylazaro'nun çanları çalmaya başlamış, Aradip ve civar köylerden nacaklar, sopalar, tarlalarda buldukları alet edavatla Larnaka'ya gelmişler ve büyük bir çatışma olmuştu... Bazı Kıbrıslırumlar o gün bıçaklanarak öldürülmüştü – bazı Kıbrıslıtürkler de tutuklanmıştı...Yani EOKA'nın "karşılık" verip vermemesi değil, doğrudan insanların "karşılık" vermesi sözkonusuydu zaten! Yani bu öldürmeler, Kıbrıslıtürkler'le Kıbrıslırumlar arasındaki havayı bozmaya başlamıştı... Ve bu Kıbrıslıtürk polis, EOKA tarafından öldürülmüştü...
DİONİSİS MALAS: Evet, EOKA tarafından öldürülmüştü, hatırlıyorum... Bazı Kıbrıslıtürk polisler öldürüldüğünde, Kıbrıslıtürkler'in Kıbrıslırumlar'a karşı bazı kentlerde saldırı düzenlediğini, köylerde bazı Kıbrıslırumlar'ın öldürüldüğünü hatırlıyorum. Bu öldürülen Kıbrıslırum köylülerin çoğu da, Kıbrıslıtürkler'e güvendiği için, kendilerini koruma ihtiyacı duymayan kişilerdi. Aynı şey Kıbrıslıtürkler'in başına da geldi... EOKA bunu yaptığında... 1958'de başladı EOKA Kıbrıslıtürkler'i programlı biçimde öldürmeye... Volkan ve TMT pek çok Kıbrıslırum öldürdükten sonra, insanlar bağırmaya başlamıştı, "EOKA intikam almalıdır" diye!

SORU: Yani 1958'e kadar EOKA Kıbrıslıtürkler'in öldürülmesi için emir vermedi mi demek istiyorsun?
DİONİSİS MALAS: 1958'e kadar EOKA, Kıbrıslıtürkler'i, milliyetlerinden ötürü aktif biçimde öldürmüyordu... İngilizler adına çalışan Kıbrıslıtürkler ve Kıbrıslırumlar öldürülüyordu EOKA tarafından. Yani hedef, İngilizler'e çalışanlardı... Ancak 1958'de Volkan ve TMT'den ötürü, Kıbrıslırum kamuoyu o kadar güçlüydü ki, EOKA'dan, Kıbrıslıtürkler'e karşı atkif bir şekilde davranmasını talep ediyordu...
Kıbrıslırum kamuoyu, EOKA'nın Volkan ve TMT'nin yaptıklarına karşı yeterli bir şey yapmadığına inanıyordu...

SORU: Yani 1958'de başlıyor...
DİONİSİS MALAS: Evet... Her iki taraftan da öldürülenler, esas olarak köylülerdi... Ve aslında öldürülenler, öteki toplumla iyi ilişkileri olan insanlardı... Kendilerini yeterince korumaksızın örneğin bu Kıbrıslırumlar bir Kıbrıslıtürk köyünden veya bu Kıbrıslıtürkler bir Kıbrıslırum köyünden geçiyordu... Çünkü iyi ilişkileri vardı... Ve bu köylerde bazı kişiler için bu insanlar "iyi" bir hedefti...

SORU: Geriye dönüp baktığında, EOKA şöyle mi diyordu: "Tamam be TMT! Sen bir Kıbrıslırum öldürdün, biz da karşılığında bir Kıbrıslıtürk öldüreceğiz!" Böyle mi diyorlardı? Bu muydu ortam? Nasıldı yani bu işler?
DİONİSİS MALAS: O günlerde Grivas'ın emri şuydu: "Ya durdurursunuz bu işleri, ya da çok insan öldüreceğiz!" Yani bir kişiye karşılık bir kişi öldürmek değildi sözkonusu olan...

SORU: Yani TMT'ye mesajı "Ya durursunuz ya da çok insan öldüreceğiz"di diyorsun...
DİONİSİS MALAS: Evet...Grivas'ın emri buydu... Grivas'ın EOKA'ya emriydi bu.. Bir emirdi ve bir uyarıydı... "Söyleyin kendilerine ya dururlar, ya da çok insan öldüreceğiz" idi... Özünde İngilizler'in oyununu oynuyorlardı! O günlerde ben tutukluydum, biliyorsun, anlattım bunu... Koççinodrimitya'da tutuklu bulunuyordum. Bu emri oradayken duyduğumda çok üzüldüm... Çünkü artık İngilizler'in oyununu oynamaya başladığımızı hissetmiştim...

SORU: Yani "Oyun" kontroldan çıkmıştı!...
DİONİSİS MALAS: Evet! 1956'ya kadar Grivas'ın ana danışmanı Markos Drakos idi... İnanıyorum ki eğer Markos Drakos onun danışmanlığını yapmaya devam edebilmiş olsaydı – biliyorsun öldürüldü Markos Drakos – böyle olmayacaktı... 1957'nin Ocak ayında öldürüldü Markos Drakos. Eğer Markos Drakos hayatta olsaydı ve Grivas'ın danışmanlığına devam edebilmiş olsaydı, bu hatalar yapılmayacaktı...

SORU: Markos Drakos nasıl bir insandı?
DİONİSİS MALAS: İdeolojik olarak oldukça güçlü bir karaktere sahipti. Çok genç olmasına rağmen, politikada oldukça olgun bir değerlendirme ve analiz yeteneğine sahipti...

SORU: Sormak istediğim bir şey daha var... EOKA, İngilizler'e karşı savaşıyordu ancak bağımsızlık değil, Yunanistan'la birleşme istiyorlardı... Hiç kendi aranızda tartıştığınız oldu mu ve şöyle dediğiniz: "Hey! Kıbrıslıtürkler de var! Onlar ne istiyor acaba?" gibi...
DİONİSİS MALAS: O dönem çoğunluk psikolojisi içindeydik ve çoğunluk ne derse o olur diye inanıyorduk... Böylesi tartışmalar siyasi bakımdan eşit iki grup arasında olabilirdi ancak... EOKA'nın başladığı dönem, Kıbrıslıtürkler ayrı bir siyasi grup olarak henüz ortaya çıkmamışlardı... Böyle bir tartışma yoktu yani o dönem...

SORU: Eşiniz Ortodoksiya'nın kardeşi Muskos da EOKA savaşçısıydı ve öldürülmüştü sanırım...
DİONİSİS MALAS: Evet.. Muskos 15 Aralık 1955'te pusuya düşürülerek Soli yakınlarında öldürülmüştü... İngilizler öldürmüştü onu – iki kişiyi de tutuklamışlar ve sonra da onları asmışlardı... Muskos öldürüldüğünde 23 yaşındaydı... Altı kızkardeşi vardı Muskos'un ve tek erkek çocuk oydu ailede. Kiriaku, Maria, Gallisteni, Muskos, Ortodoksiya, Kleopatra ve Fani... Bunlardı kardeşler...

SORU: Hapishanede "özel tutuklu" olarak tutuldunuz...
DİONİSİS MALAS: Evet... Son derece tehlikeli olarak görülüyordum ve kaçabileceğim düşünüldüğünden özel tutukluydum.. Koççinodrimitya'da tutuldum, bir süre Pile'de, bir süre de merkezi hapishanede... Tam 36 ay... Ben hapishanedeyken, bir Kıbrıslıtürk çavuş, bize Afxentiu'nun mezarını gösterdi... Astıklarını hapishane avlusuna gömerdi İngilizler ve biz bilmiyorduk Afxentiu'nun mezarı nerededir. Bu Kıbrıslıtürk çavuş bize "Onu öldürmek cinayetti, çok cesur bir adamdı" demişti... Aynı şeyi Mağusa Boğazı'nda bir berifterosu olan bir Kıbrıslıtürk, babama söylemişti... "Cesur bir adamdı" demişti Afxentiu için...
Mesela hapishanede de yardım ederdi bize Kıbrıslıtürkler... Tutuklandığımda, sorguya alınmıştım... Oradaki sorgucular Kıbrıslıtürkler'di ve bana yardımcı oldular... İngilizler dövüyorlardı, işkence yapıyorlardı – çeviri yapan Kıbrıslıtürkler bana yardımcı oluyorlardı... Başkalarından Kıbrıslıtürkler şöyle yaptı böyle yaptı diye duydum ama sanırım Kıbrıslılar'ın her zaman bir düşmana ihtiyacı vardır... Beni tanımıyordu bu insanlar ve yardımcı oldular... Bazıları daha dostane davranıyordu... Belki köyden tanıyorlardı ailemi... Bilmiyorum ama yardım ettiler bana...
Kimi zaman zayıflara karşı savaşmak insanlara kendini "kahraman" gibi hissettirir!
Bazı Kıbrıslıtürkler veya Kıbrıslırumlar "hain" oldukları gerekçesiyle öldürülmüştü – bunlar neden öldürülmüştü? Çünkü öldürenlerin, öldürme fırsatı geçmişti eline... Bu tür cinayetlere imza atanlar aslında korkaklardı...

SORU: Kıbrıs'ta gerçek bir "savaş" olmadı hiçbir zaman... Hep "kirli" savaşlar oldu... Hala "kirli savaşlar"la uğraşıyoruz Kıbrıs'ta...
DİONİSİS MALAS: Evet... Diyelim bir cephe vardı ama insanlar bu cephede ölmediler, hep cephe gerisinde öldüler, öldürüldüler... Öldürülen Kıbrıslıtürkler veya Kıbrıslırumlar, hep arkadan vuruldular! Cephede öldürülmediler yani... Onları öldürenler de savaşmaktan korkan kişilerdi – yalnızca bunları öldürmekle kendilerini "güçlü" hissedenlerdi...

SORU: Mesela Palekitro'da (Balıkesir) de böyle oldu... Bu katillerin ellerine "öldürme fırsatı" geçti ve beş yaşındaki çocukları öldürdüler! Beş yaşındaki çocuklar!... Muratağa'da da aynı şeyi yaptılar!
DİONİSİS MALAS: Evet... Muratağa konusuna az sonra geleceğim... Londra-Zürih anlaşmalarından sonra Şubat 1959'da serbest bırakıldım... Hapishane müdürü Oxford'tandı, antik Yunanca'da bir anons yapmıştı, tutuklular serbesttir diye... Ve beş dakika içinde 700 tutuklu hapishaneyi boşaltmıştı! Öyle bir gündü yani!...

SORU: 1959 anlaşmaları imzalandığında ne hissetmiştin?
DİONİSİS MALAS: Bir şey için savaşmıştık, elimize geçen neydi sonuçta, emin değildik... Liderlerimizin bir şey söylemesini bekliyorduk...

SORU: 1959'da bu anlaşmalar imzalandı. EOKA ne zaman kapatıldı?
DİONİSİS MALAS: Şubat'tan sonra sanırım Mart ayındaydı, Grivas bize emir verdi, bir bildiri yayınlayarak... "Katkılarınız için teşekkür ederim, siyasi liderlerin ne söyleyeceğini izleyin... Özgür bir ülkede iyi bir yaşamınız olsun" diyordu...

SORU: 1959'dan sonra ne yaptın?
DİONİSİS MALAS: Hayatımı organize etmeye çalıştım... Ortodoksiya'yla 1960'ta evlendik... Lefkoşa'ya yerleştik... Bir bankada çalışıyordum...

SORU: Bankada nasıl çalışabiliyordun?! Pek de sana uygun bir iş gibi gelmiyor anlattıklarına bakılırsa!... Biraz vahşi bir hayatın olmuştu çünkü!...
DİONİSİS MALAS: Altı yıl çalıştım kooperatif bankasında, 1966'ya kadar...

SORU: 1963 olayları çıktığında ne hissettin?
DİONİSİS MALAS: Bu soruya yanıt vermek için 1959'a dönmem lazım... 1959'da bir siyasi hareket oluşturulmuştu – sosyo-politik bir hareketti bu, sol bir gündemi vardı bu hareketin, askeri bir hareket değildi. Adı EDMA idi, yani Birleşik Demokratik Yeniden Canlanma Hareketi'ydi bu... 1959 Mayısı'nda Lefkoşa stadyumunda büyük bir toplantı yapmıştı bu hareket – Grivas bu toplantıya gönderdiği bir bant aracılığıyla hitap etmişti. "Komünist olmakla suçlandık, evet komünistiz ama Hristiyan komünist" demişti Grivas. "Suçlandık" derken, Grivas ve EOKA'yı komünist olma yönünde ilerlemekle suçlayan belli halk kesimlerini kastediyordu Grivas. Bundan birkaç ay sonra, Makarios ile Grivas'ın arası bozulmuştu – bu ilişkinin bozulmasını sağlayan bazı kişiler vardı... Bu sözünü ettiğim siyasi harekete paralel biçimde, bir de askeri teşkilat oluşturulmuştu... Buna "Teşkilat" deniyordu... Bu teşkilatta benim görevim, köyüme geri dönerek, güvenebileceğim insanları toplamak ve bu örgüte katmaktı. Bunu büyük bir gizlilik içinde yapacaktım. Onların işi, eğer gelecekte herhangi bir sorun çıkarsa, Kıbrıslırumlar'ı korumak olacaktı. Bana bu talimatı veren kişiyle tartışmıştım, "Çok dikkatli olmalıyız, iki toplum arasında kan dökmekten kesinlikle kaçınmalıyız, özellikle bir toplumun istencini ötekine dayatmasından kaçınmalıyız" demiştim. Ben aynı şekilde, böylesi bir silahlı grubun, başka herhangi bir siyasi gruba silah aracılığıyla bir şeyler dayatmasına da karşıydım.
1960'ta köyümde beş kişilik bir grup oluşturmuştum, başka herhangi bir şey yapmamıştı bu beş kişi. Yalnızca bir kağıdın üstünde isimleri yazıyordu, bir yerde. Sonra da Lefkoşa'ya yerleşmiştim.
Lefkoşa'ya yerleştiğim zaman, bu kez bu "Teşkilat"ın Lefkoşa şubesine girmiştim. Bize bu "Teşkilat"ta söyledikleri "Eğer Kıbrıslıtürkler saldırırsa, sizin göreviniz Kıbrıslırumlar'ı savunmaktır" idi.

SORU: Bu, Yorgacis'in örgütüydü...
DİONİSİS MALAS: Evet.. Bize silah kullanmak için eğitim veriliyordu... Yazılı materyal da dağıtıyorlardı bize... Bu materyallerin içeriği, kesinlikle anti-komünistti... Bize anti-tank silahı bazuka eğitimi veren Yunan subay, bir noktada "Bu silaha dikkatli bakın, çok önemli bir silahtır" demişti... "Bu silahı Kıbrıslıtürkler'e karşı kullanmayacak olsanız bile, bu silahı kesinlikle komünistlere karşı kullanacaksınız" demişti! Ben de ona yanıt vermiş ve "Eğer bize bir iç savaşta kullanmak üzere silah eğitimi veriyorsanız, ben hemen buradan ayrılıyorum" demiştim. "İdeolojiler için silahlarla değil, düşüncelerle mücadele edilir" demiştim ona. Ve gerçekten de bir süre "Teşkilat"tan ayrıldım... "Teşkilat"tan ayrıldıktan sonra bu konuyu Makarios'la da konuşmuştuk. Makarios bana "Teşkilat'a geri dönmelisin, böylece orada neler olup bittiğini bana aktarabilesin" demişti... Bu "Teşkilat"taki rütbem yüzbaşı idi. Çatışmalar başlamadan önceki bazı faaliyetler, bir şeylerin pişirildiği yönünde beni kuşkulandırmıştı...

SORU: Bir örnek verebilir misin?
DİONİSİS MALAS: Özellikle, Kıbrıslıtürk'lerin mahallelerine silahsız devriye olarak gönderiliyorduk mesela. Yaya olarak gönderiliyorduk buralara. Silahsız olduğumuz için başımıza bir şey gelme olasılığı yüksekti... Benim kuşkum da şuydu: Bu insanlar bizi yem olarak kullanıyorlardı, çatışmaların başlaması için, böylece kendileri bu alana girebilecekti... Makarios'a da söylüyordum bu kuşkularımı... Makarios Anayasa'da 13 maddelik değişiklikleri hazırlarken, eğer bunu başarabilirse, politikadan ayrılma kararlılığındaydı.

SORU: Neden ayrılmak istiyordu politikadan?
DİONİSİS MALAS: Artık kendisine ihtiyaç kalmadığına inanıyordu. Ona göre artık rolü bitmişti... İngiltere'nin Kıbrıs Büyükelçisi Clark, Makarios henüz bu 13 maddelik değişikliği açıklamadan önce, onu ziyaret etmişti. Clark, Kıbrıslıtürkler'in çatışmaya hazırlandığını ve gettolar yaratmaya hazırlandıklarını söylemişti Makarios'a – bu da, nüfusun bir bölümünün bir bölgeden başka bir bölgeye aktarılacağı anlamına geliyordu. Clark, Makarios'a ayrıca, daha büyük çaplı bir operasyona Türkiye'nin de katılabileceğini, adanın bir bölümünün alınarak, tüm Kıbrıslıtürk nüfusun buraya taşınacağını ve bu bölgedeki Kıbrıslırumlar'ın da oradan kovulacağını anlatmıştı... Ve Clark, "Büyük olasılık o bölgede bir de devlet kuracaklar" demişti. Clark'ın görüşü, bunu yapmaya çalışsalar bile, bunun ekonomik olarak hayatta kalabilecek bir oluşum olamayacağıydı...

SORU: Clark'ın söyledikleri çıktı yani!...
DİONİSİS MALAS: Evet... Bu dönem İngilizler, Makarios'u, bu 13 maddelik değişiklik önerilerini açıklaması için teşvik ettikleri bir dönemdi... Çünkü İngilizler'e göre, bu öneriler çıkmazın aşılması için aklı başında önerilerdi... Bu söylediklerim, 1963 yazında oluyordu... Ben Makarios'u uyarmıştım. "Eğer bir şey olursa ve çatışma çıkarsa, Kıbrıslırumlar'ı koruması için sakın ola bu "Teşkilat"ın yeteneklerine güvenme" demiştim. Kapasiteleri buna yetmezdi...

SORU: Yani "Teşkilat", EOKA'ya benzemiyordu diyorsun...
DİONİSİS MALAS: EOKA gibi örgütlü değildi – EOKA'dan daha büyüktü ama daha açık bir örgütlenmeydi bu... "Gizli bir teşkilat" değildi EOKA gibi... "Teşkilat", daha çok askeri bir kavrama dayalı olarak örgütlenmişti, bir gerilla örgütü değildi. Mesela "Teşkilat"ta askeri rütbeler vardı, falan yani...

SORU: Yani bir tür "Özel Kuvvet"ti, "Teşkilat"...
DİONİSİS MALAS: Evet... Ancak çok açıktı, çok insan vardı "Teşkilat"ta... Makarios'a "Bu Teşkilat'a güvenme" dediğimde, "Hayır, onlara güvenmiyorum... Onlar yalnızca para harcamak için oradadırlar" demişti...

SORU: "Anti-komünist" bir "Teşkilat" yani...
DİONİSİS MALAS: Haklısın, komünizme karşı savaşmak üzere Amerikalılar tarafından para veriliyordu bu "Teşkilat"a. Makarios bunu bilmiyordu önceleri, sonraları Amerikalılar'dan öğrenmişti!

SORU: Yani parayı alan Yorgacis'ti!...
DİONİSİS MALAS: Evet, evet! Yorgacis'ti... "Teşkilat"ın başında Yorgacis ve Tassos vardı... Ve Kleridis... Makarios, "Bu örgütte üç lider olmalıdır" demişti... Kleridis'i Makarios koydu oraya... Çünkü Makarios, bu "Teşkilat"ın tek bir lideri olmaması gerektiğine inanıyordu... Bu "Teşkilat", Yorgacis tarafından kurulmuştu. Onun yardımcısı da Tassos idi... Makarios, bir lider daha olması gerektiğini düşünmüş ve Kleridis'i bu "Teşkilat"a atamıştı! Çünkü Kleridis'i daha sonra, kendi yerine geçecek kişi olarak düşünüyordu... Kendi yerine geçmek üzere Klerides'in adını ortaya koyacaktı...
Makarios, Kıbrıslırumlar'ın savunması için "Teşkilat"a güvenmediğini söylüyordu bana... 1963'ün Kasım ayında, Makarios bana "Yunan hükümetinden bana güvence verildi, Türkiye Kıbrıs'ta bir hareket yapacak olursa, askeri güç kullanacaklar, özellikle donanmayı kullanarak kuzey Kıbrıs sularında devriye gezecekler, Türkiye'nin kuzeyden çıkarma yapmasını önlemek için" demişti...
13 maddelik Anayasa değişiklik önerilerini ortaya koyunca Makarios, Lefkoşa yakınlarında bir yerlerde çatışmalar çıkmıştı... Deftera'da özellikle... Ufak tefek olaylar çıktığında, Makarios bu yerleri Dr. Küçük'le birlikte ziyaret ederek, ortalığı yatıştırmaya çalışıyordu... Makarios, Dr. Küçük'le bir köye gidiyordu diyelim, orada "Tamam, herşey tamam" diyorlardı ancak ertesi günü bir başka köyde olay çıkıyordu... Her iki taraftan buu olayları çıkaran insanlar olduğuna inanıyorum...
19 Aralık 1963'e geldik böylece... Ermu Caddesi'nde bir Kıbrıslıtürk kadın öldürülmüştü o gün...

SORU: 21 Aralık mı demek istiyorsun?
DİONİSİS MALAS: Hayır, 19 Aralık'tı tarih... O gece, Makarios'taydık ailemle birlikte... Gece saat 10 gibi oradan ayrılmıştık... Ve o gece Başkanlık Sarayı'na ait araçlardan biri götürüyordu bizi evimize... Polis radyosundan bu olayın meydana geldiğini duydum. Eve gittiğimizde "Teşkilat" beni arayarak, adamlarımı toplamam ve Neapolis'e (Yenişehir) gitmem için talimat vermişti. Bisikletle gitmiştim oraya... Bisikletle dolaşıp adamlarıma buluşma noktasına gitmelerini söyledim... Ve o gece boyunca beklemede kalmıştık... Kıbrıslıtürkler'in de benzer biçimde beklemede olduğunu farketmiştim.
Öldürülen Kıbrıslıtürk kadının cenazesinden sonra, Cuma akşamı bize bir talimat verilmiş ve orayı terketmemiz istenmişti... Neopolis'ten ayrılmamız ve işimizin başına, normal hayatımıza dönmemiz yönünde talimat verilmişti. Evime dönmüş, yatmıştım çünkü çok yorgundum. Ama beni uyandırdılar, Danglis Sokağı'nda bir aracın yakılmış olduğunu söylediler. Ben de onlara "Bir araç yakılmışsa, bu benim sorunum değil ki!" dedim. Aracın yakıldığına ilişkin bu söylenenlerden bir süre sonra, Trafik Merkezi civarında ateş edilmekte olduğunu bildirdiler. Adamlarımı toplayıp Aydemet (Kermiya) yöresinden geçtim, Trafik Merkezi'ne doğru gidiyordum. Buraya yaklaşırken ateş edildiğini duydum, sanırım Aspava denen binadan ateş ediliyordu. Orada bir de araç vardı, polis lambası yanan bir araç... Aspava'ya yaklaştığımızda, aracımızın şöförüne hızlanmasını söyledim, polis aracını geçerken, sivil bir aracın da orada olduğunu gördüm, kapıları açıktı bu aracın. Polis aracının da kapıları açıktı. Araçların yanında ölü insanların yattığını gördüm... Böylece buluşma noktamıza gittik, ekibimizin başı da gelmişti oraya. Kıbrıslırum'du, adı Ehtoras idi, şimdi öldü... Telefona giderek bazı talimatlar verdi, el sallayarak bana durmamı, bir şey söyleyeceğini işart etti. Telefon konuşması bitince bana dönerek "Pis bir koku çıkıyor, bu akşam birileri bir şey pişiriyor" dedi. "Ne oldu?" dedim ona. "Ateş açıldığını duyunca oradan geçtik, orada bir polis bulduk... Bu polis, motosikletinin arkasında bir nacak taşıyan bir sivili durdurmuş. Polis durdurunca bu Kıbrıslıtürk sivil şahıs, "Ben Gönyeli'ye ağaç kesmeye gittiydim, şimdi de evime dönüyorum" demiş. Polis bu kişiyle konuşurken, bir başka araç geliyormuş, Ford Prefect imiş bu araç. İçinde altı tane genç Kıbrıslıtürk varmış aracın. Bu araçtaki Kıbrıslıtürk gençler, polise herhangi bir biçimde hesap vermeyi reddetmiş. Polis onları araçtan indirip vücutlarını yoklamaya başlamış... Sonra da polis, tüm bu gençleri vurarak öldürmüş... Yani bu Kıbrıslırum polis, altısını birden vurarak öldürmüş..."

SORU: Kimdi bu polis? Neden böyle bir şey yaptıydı?
DİONİSİS MALAS: Onu tanıyorum...

SORU: Lefkoşalı mıydı? "Teşkilat"ta mıydı bu adam?
DİONİSİS MALAS: Yorgacis'in adamıydı bu polis... Daha önce de EOKA'dan üç kişiyi öldürmüştü bu polis. 1962'de öldürmüştü onları, Mari yöresinde öldürmüştü onları...

SORU: Hangi köydendi bu adam?
DİONİSİS MALAS: Emin değilim ama Baf'tandı galiba...

SORU: Hayatta mıdır bu polis?
DİONİSİS MALAS: Kıbrıs'ı terkederek Güney Afrika'ya gitti... Şimdilerde 75-78 yaşlarında olmalı... Hala hayatta mıdır, bilmiyorum... Ancak 1964'te Kıbrıs'ı terkederek Güney Afrika'ya gitti...

SORU: Rolcüğünü oynadı ve adayı terketti demek...
DİONİSİS MALAS: Evet, evet! Ben bizim timin başındaki kişiye sormuştum, "Bu adam nerededir?" diye. O da bana "Ayrıldı adadan" demişti... Sonradan duyduğumuz bir şey daha vardı... O gün orada o Kıbrıslıtürkler'i vurduktan sonra, kendi polis arabasını da bırakmış orada ve Vuno'ya (Taşkent) gitmiş... Sonra da Kaymaklı'ya gitmiş ve öyle geri gelmiş...
Bu olay, çatışmaları tetiklemişti... O noktadan sonra, kendimizi savunma ihtiyacı hissetmiştik ve bize silah gönderilmesini talep etmiştik. Çünkü silahsızdık...

SORU: Silahınız yoktu yani...
DİONİSİS MALAS: Yoktu silahımız...

SORU: Peki, banyo olayıyla ilgili ne biliyorsun Malas?
DİONİSİS MALAS: Bilmiyorum bir şey... O bölgenin denetimi Yorgacis'te değildi, bizim kontrolümüzde de değildi. Tasos Marku'nun denetimindeydi o bölge... Mesela Çağlayan bölgesi, Lissaridis'in denetimindeydi, Yorgacis'in değil... Tasos Marku, dürüst bir askerdi – böyle bir şey yapmazdı... Tasos Marku'nun işi, Gönyeli ile Lefkoşa arasındaki yolu kesmekti... Tek misyonu bu idi...

SORU: Niçin Lissaridis'in kendi ordusu vardı?
DİONİSİS MALAS: Boşlukta böyle şeyler yaparlar işte!... Kıbrıs böyle...

SORU: Samson'un da ordusu vardı...
DİONİSİS MALAS: Samson, Regis bölgesinde otururdu başına bir çapıt bağlayıp ve mikrofonla bağırırdı!

SORU: Fotoğrafları var Kaymaklı'da çekilmiş, elinde Türk bayrağı, arkasında Kıbrıslıtürk esirler...
DİONİSİS MALAS: Türkler kaçtıktan sonra girdi Kaymaklı'ya...

SORU: Kaymaklı'dan bazı Kıbrıslıtürkler'i esir aldı, onları bir okula götürdü – Cikko Okulu deniyordu bu okula – Cikko Manastırı araziyi bağışladığı için böyle deniyordu okula. Sonra bu tutuklular, Lefkoşa'da Cikko'nun binasına götürülmüş. Burada insanlar tacize uğramışlar... Samson onları okula kadar götürmüş, sonra Lissaridis'in adamları devralmış bu tutukluları... Lissaridis'in timi taciz etmiş... Şimdi Kaymaklı'dan kayıplar vardır ve Cineplex civarında arıyorlar onları...
DİONİSİS MALAS: Şu anda bulunduğumuz bölgeye yakındır Cineplex... Strovulos bölgesi yani...

SORU: Kimdi yani sorumlu bunlardan?
DİONİSİS MALAS: Bilmiyorum... Bu konuyu bilmiyorum... Biz Cumartesi sabaha kadar silahsızdık... 21 Aralık 1963'te bulunduğumuz noktayı terketmemiz istenmişti. Adamlarım terkediyordu ve ben de bir arkadaşımla sona kalmıştım ve onunla birlikte arabayla ayrıldım oradan... Neapolis (Yenişehir) ile Kaymaklı'yı bağlayan yolda bir lokanta vardı – orada çok sayıda araba vardı... Bunların Kıbrıslıtürkler'in örgütünden olduğunu anlamıştım. Evime giderken, silahlı Kıbrıslırumlar'a rastladım. Bana "Çatışmalar devam ediyor" dediler. O zaman gerisin geri Neapolis'e (Yenişehir) döndüm. Yolda giderken bana ateş açılmıştı... O zaman lokantanın önünden geçersem kesin beni öldürürler diye düşündüm, daha şimdiden bu kadar çok ateş ediyorlarsa!... Bir arkadaş daha bulmuştum ve onunla gittik Neapolis'e (Yenişehir). Neapolis'e varınca merkezi aradım ve o yolu kesmelerini, bu yolun çok tehlikeli olduğunu söyledim. Onların yanıtı ise "Bir şey olmaz, merak etme!" olmuştu...
Toplanma yerine adamlarım da gelmişti, silah göndersinler diye çağrı yapıyorduk sürekli çünkü silahsızdık ve bize ateş açılmaktaydı. Pazar günü boyunca "Bize silah gönderin" dedik, merkezin bize yanıtı ise "Silahlar yoldadır, geliyor" idi... Ancak Pazar günü bir noktada merkezdekiler ağız değiştirdiler ve "Makarios size silah göndermemize izin vermiyor" demeye başladılar!... O zaman Makarios'a telefon ettim! Ona "Kıbrıslıtürkler'in hayatını kurtarmak istiyorsun, anlıyorum ancak önce bizim hayatımızı kurtarsan?" dedim! Makarios'un bana yanıtı ise "Bendeki bütün silahları gönderdim, hatta Saray Muhafızları'nın silahlarını bile gönderdim!" olmuştu, "özellikle Neapolis'e, size gönderdim" demişti bana. Ama bu silahlar hiçbir zaman elimize geçmemişti... Bu silahlar, daha sonra Makarios'u öldürmek için kullanılacaktı...
Biz Neapolis'te (Yenişehir) beklerken, aramızdan bir kişiye bir telefon gelmişti ve ona "Merak etme, herşey yakında bitecek, askeri bir hükümet işe el koyacak, Makarios devrilecek" demişlerdi... Lissaridis bunu biliyor... Yani Lissaridis, Makarios'u devirme planları yapıldığını biliyor... 1974'teki darbe planının aynısını yapmışlardı yani... Aynı plandı...
24 Aralık'ta TURDİK yani Kıbrıs'taki Türk ordusu, kampından dışarıya çıkmıştı... Gönyeli'den çıkarak Hamit Mandrez'e (Hamitköy) doğru ilerliyorlardı. Yunan alayı ELDİK ise bizden yardım istemişti, TURDİK'in hareketlerini izlemek üzere... Ben ise ELDİK'le irtibat halindeydim, TURDİK'in hareketleri konusunda... Ben, Türk alayının hareketlerini izleyip, Yunan alayına bildiriyordum o tarihte... 25 Aralık Noel günü, ELDİK'e artık TURDİK'in hareketlerini göremediğimi bildirdim... Çünkü karanlık oluyordu, TURDİK kamp kurduğu yerin çevresine hendekler kazıyordu – yani bir tür savunma hattı hazırlıyorlardı, Hamit Mandrez'deydiler (Hamitköy)... Böylece kendi üssüme yani Neapolis'e (Yenişehir) döndüm. Döndüğümde bütün adamlarım oradaydı, "Neler oluyor?" dedim. "Geri çekilmemiz için emir aldık" dediler. "Çünkü TURDİK harekete geçiyor" dediler. Ben "Eğer biz geri çekilirsek, burada korumamız gereken insanlara ne olacak?" dedim. "Bizim kaçtığımızı görünce panikleyecekler, evlerinden çıkacaklar, Kıbrıslıtürkler de isterlerse, o zaman onları öldürecekler" dedim. "Bu emri kim verdi?" diye sordum. "Yorgacis verdi" dediler. "Ben TURDİK'i şu ana kadar izliyordum, öyle bir niyetleri yok, hendek kazıyorlar... Saldırı modunda değiller, savunma hattı oluşturuyorlar" dedim. Ancak emir böyleydi ve geri çekilmeye başladık... Uranios Yuannidis'in babasının evine kadar gittik. Uranios Yuannidis, biliyorsun DİSİ'den eskiden Eğitim Bakanı idi... Uranios'un babasının adı Yuannidis idi... O da bize "Nereye gidiyorsunuz?" diye sormuştu. "Geri çekiliyoruz" deyince, karısı ağlamaya başlamıştı! "Hani bizi koruyacaktınız? Siz da giderseniz biz ne yapacağız?" diye ağlıyordu kadın!... Oradaki kişilerden biri, Tassos Papadopulos'a telefon edilmesini önermişti... Tassos'a telefon ettiğimizde, hala orada olmamıza çok şaşırmıştı! "Hala orada mısınız yani? Kurtarabilen canını kurtarsın!" demişti!... Ve telefonu kapatmıştı!
Kleridis'e de telefon etmiştik oradan... O da, "Merak etmeyin, herşey bitti, zaten ateş-kes anlaşması imzaladık!" demişti... "Size kim söyledi saldırı altında olduğunuzu, kaçmanızı ve canınızı kurtarmanızı?" diye sormuştu! Bazılarımız, yani ne olup bittiğini biraz kavrayan bazılarımız Trahonas (Kızılbaş) bölgesine doğru geri çekildik, oradaki bir eve... Bir komando vardı orada, iki ekibin başındaydı... Aslında o liderliğe karşı ne tür bir hareket yapabileceğimizi konuşmaya başlamıştık, yani Tassos ve Yorgacis ekibine karşı...
Aslında gerçekte merkeze de gittik yani, onlarla cepheleşmeye gitmiştik... Ancak çevremiz silahlı kişilerle tümüyle çevrilmişti. Bir şey yapamayacağımızı anladık... Böylece ben Makarios'la ve onun yanında bulunan ailemle görüşmeye gitmiştim...
Makarios, Başkanlık Sarayı'ndaydı, piskobosluk binasında değil – çünkü toplantılar yapıyorlardı – Türkiye'nin işgal tehdidi hakkındaydı bu toplantılar. İngilizler ona Türkiye'nin böyle bir hareket yapmasını önlemiş oldukları güvencesini verdikten sonra, Makarios piskobosluk binasına sabah saat 4'te dönmüştü nihayet... Durum o kadar gergindi ki, ona neler olup bittiği konusunda konuşacak fırsatı bulamamıştım.
Ancak anlıyordum ve hissediyordum ki birşeyler pişiriliyordu... Bazı insanlar olay yaratmak için hareket ediyordu. Ancak durum o kadar hızlı kontrolden çıktı ki, o zaman bir şey yapmak istemiş olsaydım dahi, bu durumun nedenleriyle değil, sonuçlarıyla karşı karşıya kalacaktım. "Teşkilat"ta, bir yüzbaşı olarak kalmaya devam etmiştim... Neapolis (Yenişehir) bölgesinin sorumlusuydum 1964'e kadar.
Şunu söyleyeyim: Cumhurbaşkanlığı sarayından Neapolis'e (Yenişehir) gönderilen silahların saklanmış olduğu yer, bir yıl sonra bulunmuştu. Bu silahların bir kısmı bulunmuştu... Ancak silahların saklandığı yer bulununca, Yorgacis, bu silahları değiştirmişti... Yani sözde bu silahları iade ettiler ancak "iade" ettikleri başka silahlardı. Yani Makarios'un sarayından bize gönderilmek üzere çıkarılan silahlar, hiçbir zaman iade edilmedi... Yerine başka silahlar verildi. 1963'te Makarios'un sarayından çıkarılan silahlar, 1970'te Makarios'a karşı suikast girişiminde kullanılan silahlar oldu...
Burada duralım istersen – bundan sonra EOKA-B'nin gelişimi var ve bu çok daha uzun bir öyküdür...

SORU: Zaman içinde EOKA-B'yle ilgili de konuşuruz... Ancak şimdi Muratağa'ya geçmek istiyorum... Bölgede çiftliğin olduğunu söylemiştin...
DİONİSİS MALAS: Bir çiftlik kurmuştum Aysergi'de (Yeni Boğaziçi) - ineklerim vardı... 1964'te kurmuştum bu çiftliği. Ve yavaş yavaş, tüm ailem de buraya gelmişti. Yani karım ve çocuklarımı kastediyorum... 1964'te bu çiftliği kurduktan sonra ailemle buraya yerleşmiştik. 1974'e kadar burada kaldık... Aysergi, karma bir köydü... Bir miktar Kıbrıslıtürk vardı burada. Benim çiftliğim ve evim, köyün dışında idi... Yani köyün içinde değildik... EOKA-B kurulduğu zaman, ben onları izliyordum, onlar hakkında bilgi topluyordum... Makarios bir "özel ekip" oluşturmuştu, EOKA-B'yle başedebilmek için, ben de o ekipteydim... Aysergi (Yeni Boğaziçi), Limbya (Mormenekşe), Milya (Yıldırım), Piperisterona'da (Alaniçi) EOKA-B timleri vardı... Çeşitli köylerde çeşitli EOKA-B timleri vardı ve bunlar birbirine bağlıydı...
Bir noktada, bu timler, Aloa'da (Atlılar) bir evde buluşuyorlardı... Bir Kıbrıslıtürk kadının eviydi bu... Bu ev hala oradadır... Yol üzerinde iki katlı bir evdir, beyaza boyalı...

SORU: Bu kadın nereliydi?
DİONİSİS MALAS: Bilmiyorum... Ancak Mağusa'dan gelmişti bu köye... Aloa'da (Atlılar) bir taverna açmıştı...

SORU: Nasıl bir tavernaydı bu?
DİONİSİS MALAS: Bir tür kahvehaneydi... Yeme içme olurdu orada...

SORU: Ancak Aloa (Atlılar) bir Kıbrıslıtürk köyüydü...
DİONİSİS MALAS: Evet...

SORU: Ve EOKA-B'ciler bu köye gidiyordu diyorsun...
DİONİSİS MALAS: Evet... Evet... Ben çok merak ediyordum, köydeki insanlar bir kadının burada bir taverna kurmasına nasıl olur da itiraz etmezdi... Aloa'daki (Atlılar) insanlar çiftçilikle uğraşırdı. Ben bunun nedenini merak ediyordum... Benim tahminim, bu kadın Türk istihbarat servislerine çalışıyordu herhalde ve belli bir misyonu vardı orada – belki bu yüzden köylüler onun varlığına itiraz etmiyordu.
1974'te 15 Temmuz'da darbe olunca, EOKA-B beni aramaya başlamıştı, bu yüzden Aysergi'deki (Yeni Boğaziçi) evimden ayrılmıştım. Aysergi'ye (Yeni Boğaziçi) geri döndüğümde, köydeki erkeklerin tutuklandığını ve esir alındığını, kadınların ise köyde kaldığını öğrenmiştim... Ancak bu EOKA-B'cilerin her akşam oraya gittiğini ve kadınlara tecavüz ettiğini öğrenmiştim... Bunu öğrendiğim zaman, Aysergi'deki (Yeni Boğaziçi) kahvehaneye gittim... Bazı EOKA-B'ciler orada oturuyordu, onlarla neden böyle bir şey yaptıkları konusunda kavgaya tutuşmuştum...

SORU: Bu EOKA-B'ciler Piyi (Alaniçi) köyünden miydiler?
DİONİSİS MALAS: Karışıktılar...

SORU: Piyi (Alaniçi) köyünden EOKA-B'cilerin dışında başka hangi köylerden vardı?
DİONİSİS MALAS: Aysergi (Yeni Boğaziçi), Limya (Mormenekşe) ve Milya'dan (Yıldırım) da vardı...

SORU: Yani dört köydendiler...
DİONİSİS MALAS: Evet...

SORU: Muratağa-Atlılar-Sandallar'a (Maratha-Aloa-Sandallaris) giden bu EOKA-B ekipleri kaç kişiydiler?
DİONİSİS MALAS: Belki 30 kişi kadar vardılar...

SORU: Bu bölgede EOKA-B güçlü müydü?
DİONİSİS MALAS: Güçlüydü ama o kadar da değil yani... Bu dönemde...

SORU: Ben ayrıca Piperisterona (Alaniçi) muhtarının evinin, EOKA-B'nin merkezi olduğunu duydum...
DİONİSİS MALAS: Belki öyleydi... Bilmiyorum... Neyse, Aysergi (Yeni Boğaziçi) kahvesinde EOKA-B'cilerle ben kavga ettikten sonra, bunlar gidip başka EOKA-B'cilere haber verdiler ve beni bulmak için peşime düştüler. O gece köyden ayrıldım...

SORU: Hangi geceydi bu?
DİONİSİS MALAS: 29 Temmuz'da gelmiştim köye, 1 Ağustos'ta da ayrılmıştım köyden... Sonra da 14 Ağustos'ta geri döndüm köye...

SORU: Ancak seninle daha önceki konuşmamızda, "İncisini Kaybeden İstiridyeler"i okuduğunu ve tarihin yanlış olduğunu, katliamın 14 Ağustos'ta değil, 13 Ağustos gecesi olduğunu söylemiştin...
DİONİSİS MALAS: Belki öyle dedim ama Muratağa-Atlılar-Sandallar'da (Maratha-Aloa-Sandallaris) olanlar 14 Ağustos'ta olmuştu... Ben köye 14 Ağustos'ta dönmüştüm... 14 Ağustos'ta ailemi alıp kaçmaya gelmiştim çünkü Türkler hareket halindeydi...
14 Ağustos'ta evimizi terkettik ve Xilotimbu'ya gittik, ailemi oraya yerleştirdikten sonra, geri dönmek istedim... Köye geri dönerken, aynı bölgeden bir arkadaşıma rastladım. Milyalı'ydı (Yıldırım) bu adam. Köye dönmek istediğimi duyunca, buna karşı çıktı ve "Sakın gitme çünkü dün gece EOKA-B'ciler Muratağa-Atlılar-Sandallar'da (Maratha-Aloa-Sandallaris) bulunan Türkleri öldürdüler" dedi. "Eğer geri dönersen ve seni bulurlarsa, seni de öldürecekler" dedi bana.
Babam ona dönerek "Onları öldürdüklerini sen nerden bilin?" diye sordu. O tanıdığımız adam da şöyle dedi:
"Dün gece Yipsu'ya (Akova) gidiyordum Piyi'den (Alaniçi) ve Muratağa-Atlılar-Sandallar'dan (Maratha-Aloa-Sandallaris) geçtim" dedi. Köyüne gidebilmek için yol o şekildeydi ki önce aşağı doğru inmesi, sonra yukarı çıkması gerekiyordu... "Üç köyün ortalarında bir yerdeydim ki, tüm insanları topladıklarını gördüm, tek bir bölgeye toplamışlardı onları... Bu üç köyden çıktıktan sonra, yolun dönemeç yaptığı bir noktada ihtiyaç molası vermiştim... Arabayı durdurup aşağıya indiğimde bağırışmalar duydum, çığlıklar duydum ve ateş edildiğini duydum... Böylece anladım o köylüleri öldürdüklerini... Bugün oradan yeniden geçtim, tüm kapılar, pencereler açıktı, hiç kimseyi görmedim ortada... Onları öldürdüklerini anladım" dedi bize.

SORU: O zaman sen ne yaptın?
DİONİSİS MALAS: Tüm bunları duyduktan sonra elbette gitmedim köyüme, tehlikeliydi bu çünkü... Ancak neden bu katliamı yaptıkları konusunda kendi yorumum şudur: Köylerde yaptıkları tecavüzler nedeniyle, Türk askerinin ilerlediğini görünce, tüm bu insanların ağzını kapatmak istediler ve tüm insanları öldürdüler. Bu benim yorumumdur, neden yaptıkları konusunda...

SORU: Şimdi Yeni Boğaziçi'nde yaşayan Reşat Bergen'in bana aktardığına göre, sen bir kişiyi görmüşsün ertesi gün yolda... Ve bu EOKA-B'ci de sana "Bölgeyi temizledik" demiş. Ve sen de çok öfkelenmişsin... Ve ona "Anlamıyor musun? Şimdi de onlar, başka bölgelerde bunun intikamını alacaklar" demişsin. Reşat Bergen'e böyle anlatmışsın bu karşılaşmayı...
DİONİSİS MALAS: Ertesi gün değildi bu, daha sonraydı... Belki de bir yıl sonraydı... Bu EOKA-B'cilerden birisinin babasıyla karşılaşmıştım... Ona "Şu 'kahraman'ın babası mısın sen?" demiştim... Alaycı biçimde sormuştum bunu ona... O da bana "Evet onun babasıyım" demişti... "Bölgeyi temizlediler" demişti bana bu adam... Ben de ona "Evet, siz bölgeyi Türkler'den temizlediniz... Türkler de daha sonra intikam almak için pek çok insanı temizledi... Geride kalanlar ise ağlıyor şimdi" demiştim. O da bana "Eh, bırak ağlasınlar!" demişti!... Çünkü bu olaydan sonradır ki Türkler, Aşşa'da (Paşaköy) çok sayıda insan öldürmüştü, Palekitro'da (Balıkesir) da... Muratağa (Maratha) hakkında bildiğim bunlar yani...

SORU: Ancak Sandallar köyünün çobanından da dinledim ben, bir mağaradan izlemişti olup biteni, köye ateş ederek gelmiş dört Kıbrıslırum ve onlar bu katliamı yapmış dediydi... İddiası buydu...
DİONİSİS MALAS: Belki daha fazlaydılar... Belki 6 kişiydiler, belki de 10 kişi... Kimse bilmiyor bunu... Ancak kesin olan en az dört kişinin Piyi (Alaniçi) köyünden olmasıydı. Şirosunu kullandıkları kişi şu anda Baf'tadır, ben ona sordum bunları... "Geldiler ve evimden şiromu aldılar" dedi bana.

SORU: Sandallar'daki çoban, Hasan Hüseyin Kuzuli de anlattı bunu bana... Şironun sahibinin, bu işin parçası olmayı reddettiğini söyledi... Ancak şiroyu aldılar demişti...
DİONİSİS MALAS: Evet... Olan buydu... Önce Piyi (Alaniçi) köyünden bir şiro götürmüşlerdi oraya...

SORU: Yani insanları öldürmeden önce, şiroyu mu götürdüler oraya?
DİONİSİS MALAS: Önce Piyi'den (Alaniçi) bir şiro götürmüşlerdi ancak bu şiro çalışmamıştı... O zaman Milya'dan (Yıldırım) başka bir şiro getirdiler. Ve bu şiroyu kullanarak çukur kazdılar ve gömdüler insanları...
İkinci şironun sahibi, yani Milya'dan olan adam, şiroyla ne yapacağını bilmiyordu. Ona, "Bu askeri bir operasyonun parçasıdır" demişlerdi ona. Oraya gidip de ne olduğunu görünce ve kendisinden ne yapmasını istediklerini anlayınca, kaçtı adam! Şiroyu bıraktı orada ve kaçtı adam, şiroyu alıp kullandılar kendileri...
Bizim çiftlikte çalışan yaşlı bir adam vardı – bu insanlar Aysergi'den (Yeni Boğaziçi) kaçamamıştı... Türkler, bu çukurları kazmaya ve genç insanların cesetleri ortaya çıkmaya başlayınca, insanlar ağlamaya başlamıştı... Genç bir Türk subay, saçlarını yoluyordu gördükleri karşısında... Bizim çiftlikte çalışan bu yaşlı adamı da götürmüştüler oraya görsün diye ve Türk subay ona işaret etmişti, oradan ayrılsın diye... Ve bu yaşlı Kıbrılsırum ve yanındaki kişi, oradan ayrıldıktan sonra üç gün boyunca Mazera bölgesindeki ovalarda saklandılar, başlarına bir şey gelmesinden korkmuşlardı...

SORU: Muratağa-Atlılar-Sandallar'daki toplu mezarlara iki Kıbrıslırum'un da gömüldüğünü söyleyen birilerini bulduk... Boğazlarında haç varmış... Onların Kıbrıslırum olduğunu biliyorlarmış...
DİONİSİS MALAS: Makridis'in oğlu olabilir bir tanesi...

SORU: Kayıp mıdır bu söylediğin kişi?
DİONİSİS MALAS: Evet...

SORU: Hangi köydendir? Piyi'den (Alaniçi) midir?
DİONİSİS MALAS: Lefkonuk'tandır (Geçitkale).

SORU: EOKA-B'den miydi bu söylediğin kişi?
DİONİSİS MALAS: Hayır, EOKA-B'ye karşıydı... Kasap bir arkadaşım, bir gece Aysergi'de (Yeni Boğaziçi) bir evden iki insan cesedi çıkardıklarını gördüğünü söylemişti bana... Bu cesetlerden birinin ben olduğum sanılmıştı önce ve "Bu iki cesetten biri Malas'ın cesedidir" denmişti... Bir başka arkadaşım da bana Ayios Yeorgios Spatharigu adlı köyünde (Ötüken) kendisinin değil ama başkalarının, EOKA-B faşistlerinin iki Kıbrıslırum'u bir ovaya götürüp vurduklarını ve öldürdüklerini gördüğünü anlatmıştı... Şimdi bulmacanın eksik parçaları yerli yerine oturuyor... Bu iki kişi 14 Ağustos'tan önce öldürülmüştü...

SORU: Peki ya Makridis'in oğlu?
DİONİSİS MALAS: Bunu duyduğumda, bir tanesinin Makridis'in oğlu olduğundan kuşkulandım... Lefkonuklu Makridis'in oğlu yani... Makridis'in oğlu askerdi, yaralanmıştı ve EOKA-B'ciler gidip onu Mağusa'da yaralı olarak yattığı hastaneden almışlardı...

SORU: Komünist miydi yani Makridis'in oğlu?
DİONİSİS MALAS: Komünist değildi... Babası sağcıydı, Kleridis'le birlikteydi... Ancak EOKA-B'ye karşıydı...

SORU: EOKA-B'ye karşı olduğu için gidip onu yaralı halde hastaneden aldı EOKA-B'ciler yani...
STAVROS MALAS: Evet... Ben de bunları yaşadım... EOKA-B asla Türkler'le savaşa katılmadı... Savaş devam ederken, bunlar 15 Temmuz'dan önce yapamadıkları şeyleri yapmakla meşguldüler! Hiçbir zaman Türkler'le savaşa katılmadılar! Korkaktı bunlar... Yalnızca etrafta dolaşıp insanları tehdit ediyorlar, öldürüyorlardı...

SORU: Muratağa-Atlılar-Sandallar'a (Maratha-Aloa-Sandallaris) giden ve katliamı yapanlardan en az dört tanesi Piyi (Alaniçi) köyündendi dedin... Bir tanesi Leymosun'da din dersi veriyor çocuklara şimdi... Öğretmenlik yapıyor yani... Bir tanesi tesisatçılık yapıyor... Öteki ikisini bilmiyorum henüz ne yapıyor...
DİONİSİS MALAS: Çobandırlar...

SORU: Nerede yaşarlar şimdi?
DİONİSİS MALAS: Piskobu'da yaşarlar...

SORU: Piyililer (Alaniçi) Piskobu'ya mı yerleştirildiler?
DİONİSİS MALAS: Sanırım bu insanlardan birinin oğlu, yazda ölmüştü... İsimlerinden emin değilim...

SORU: Şu anda katillerin ismini sormuyorum, yazmıyorum da... Bazan ilk harflerini yazabilirim, o kadar... Çünkü bu, başka bir süreç gerektirir ve buna iki toplumun bu insanları ne yapacağız diye birlikte karar vermesi gerekir... Onları yargılayacak mıyız? Mahkemeye mi vereceğiz? Af mı edeceğiz? Çıkıp toplumların önününde itirafta bulunmalarını ve bildiklerini anlatmalarını mı isteyeceğiz Güney Afrika'da olduğu gibi? Ancak tüm bunlar için, bu konuda iki toplum olarak bir anlaşmaya varmamız gerekir... Şu anda isim sormuyorum ve yazmıyorum yani...
DİONİSİS MALAS: Evet... Ben Yenağralı (Nergislili) bir Kıbrıslıtürk'ün ailesini arıyorum... 1963'te öldürülmüştü bu adam... Bu adam hakkında tek bildiğim, altı tane kızı vardı... Tüccarlık ya da bezirganlık yapıyordu bu adam... Yenağra'dan geliyordu... Onu öldüreni tanıyorum çünkü... Parası için öldürmüşlerdi bu adamı... Ben onu korumaya çalışmıştım... Öldürüldüğü gün, sabahleyin onu korumaya çalışmıştım... Ancak ikindi vakti yine aynı yerden geçti...

SORU: Onu nasıl korumuştun? Onunla birlikte mi gitmiştin?
DİONİSİS MALAS: Hayır, hayır... Geçmemesi gereken tali bir yoldan gidiyordu... Adam pazara gidiyor, tavuk, yumurta gibi şeyler alıyor ve gidip bunları başka yerlerde satıyordu... Bana "Acelem olduğu için bu yolu kullanmak isterim" demişti... Üzerinde de çok para vardı... Ben onu yokladığımda görmüştüm parayı ve "Parama dokunma çünkü altı tane kızım var" demişti... Ona, "Sana ve üstündeki hiçbir şeye dokanmayacağım, kaygılanma" demiştim... "Ama bu yoldan geçme, bu senin için çok tehlikeli bir şeydir" demiştim... "Normal yollardan git, bütün insanların geçtiği barikatlardan geç" diye uyarmıştım onu...

SORU: Ne zaman olduydu bu olay?
DİONİSİS MALAS: Mayıs 1964'te... Ben onu sabah giderken görmüş ve uyarmıştım ancak akşamüstü, adam aynı yoldan dönerken onu yakaladılar ve parasını almak için onu öldürdüler...

SORU: Onu öldürenler nereliydi?
DİONİSİS MALAS: Onu öldürenler Lefkoşalı'ydı... Lefkoşa'da öldürdüler adamı... Olay Lefkoşa'da oldu yani...

SORU: Yani Yenağra'da (Nergisli) olmadı bu olay... Lefkoşa'da oldu... Hangi bölgede?
DİONİSİS MALAS: Kaymaklı'da oldu... Kaymaklı bölgesinden geçiyordu adam...

Muratağa-Atlılar-Sandallar'a ilişkin resmi belgelerde neler var?

Muratağa-Atlılar-Sandallar'a ilişkin resmi belgelerde neler var?
1939 doğumlu Muratağalı Cemaliye Hasan'la ilgili elde ettiğimiz bilgilere göre, oniki çocuk annesiydi...
Muratağa'dan emekli öğretmen Hasan Nihat, Cemaliye Hasan'ın dosyasına da giren ve resmi belgelere geçen tanıklığında şunları söylüyordu:
*** Muratağa 120 nüfuslu bir Kıbrıslıtürk köyüdür, doğusunda Atlılar ve Sandallar vardır ki bunlar da Kıbrıslıtürk köyleridir. Batısı'nda ise Alaniçi yani Piyiperisterona vardır ki bu büyük bir Kıbrıslırum köyüdür
*** 20 Temmuz 1974'ten sonra Alaniçi'nden (Piperisterona) silahlı bazı Kıbrıslırumlar Muratağa'ya geldiler. Bunların kimisi yaya, kimileri de iki otobüsle geldiler.
*** Onların bazılarını tanıyordum. Tanıdıklarım arasında 25 yaşındaki çiftçi P., 35 yaşındaki çiftçi P., 23 yaşındaki şöför S. ve 23 yaşındaki şöför L. vardı.
*** Çoğu köylümüz gibi biz de evimize saklandık... Ancak kapı çalınınca açtık. Karşımdaki P. bana tüm ailemle köy meydanına gitmemi söyledi. Bunu yaptık
*** Köy meydanında toplanan tüm Kıbrıslıtürkler, iki otobüse doldurularak Alaniçi (Piperisterona) ilkokuluna götürüldüler. Az sonra Sandallar'dan Kıbrıslıtürk köylüler de buraya getirildi.
*** Güneş battıktan sonra tüm kadın ve çocuklar gerisin geri köylerine götürüldüler, erkekler geceyi bu ilkokulda geçirdiler.
*** 21 Temmuz 1974'te de bazı yaşlı adamlar köye geri götürüldü. Bunlar arasında kardeşim Kemal Mustafa da vardı. Aynı gün öğleden sonra Atlılar'dan tüm Kıbrıslıtürk erkekler bulunduğumuz ilkokula getirildi.
*** 21 Temmuz akşamı otobüslere doldurularak Karakol'daki (Karaolos) Kıbrıslırum Milli Muhafız Ordusu kampına götrüldük ve başka köylerden getirilmiş Kıbrıslıtürkler'le birlikte büyükçe bir ambara konduk.
*** Bundan bir hafta sonra beş yaşlı kişiyi ayırarak onları köye götüreceklerini söylediler... Bir hafta sonra, başka yaşlı Kıbrıslıtürkler'le birlikte bu ayırdıkları kişiler köye geri gönderildi.
*** Köye döndüğüm zaman köyde sefil bir yaşam olduğunu gördüm. Silahlı Kıbrıslırumlar, köy meydanındaki küçük bir kahvehanede toplanmışlar yiyip içiyorlar, gece gündüz zaman zaman havaya ateş açıyorlar, Kıbrıslıtürk kadınları ve küçük kızları zorla evlerinden alarak kahvehaneye getiriyor ve onlara tecavüz ediyorlardı.
*** 10 Ağustos 1974'te veya o civarda Kızıl Haç ve Birleşmiş Milletler'den iki kamyon köye gelerek Mehmet Hasan Tavukçu'yu aldılar. Tavukçu hasta idi, onu Mağusa'daki Türk Hastanesi'ne götürdüler.
*** Köyde durum giderek kötüleşiyordu, kadınlar sürekli devam eden tecavüzlerden şikayetçi idiler. Yapılabilecek pek bir şey yoktu. 14 Ağustos'ta ise çok ateş açıldı. Piperisterona'dan (Alaniçi) silahlı bazı Kıbrıslırumlar, Muratağa'ya yaklaşıyorlardı, biz de saklanabileceğimiz yerlere saklandık. Saklandığım yerden Kıbrıslıtürk kadınların ve çocukların ağlamalarını ve çığlıklarını, silah seslerini duyuyordum.
*** Türk ordusu buraya gelinceye kadar ben ve ailem saklandık. Saklandığımız yerden çıktığımızda kardeşim ve ailesi ve birkaç kişi dışında köydeki tüm Kıbrıslıtürkler'in kayıp olduğunu anladık. Komşu köylerde bu kayıpları aradık ancak onları bulamadık. Muratağa ve Sandallar'dan toplam 89 kişi kayıptı.
(Bu röportaj 18 Aralık 2006 ile 8 Ocak 2007 tarihleri arasında Yenidüzen gazetesinde "Kıbrıs: Anlatılmamış Öyküler" başlıklı yazı dizimde tefrika halinde yayımlandı – Sevgül Uludağ.)

No comments: