Thursday, October 24, 2019

Kıbrıs’taki katliamları kendine dert edinen ressam Mihalis Kirlitças anısına...

YENİDÜZEN
Kıbrıs: Anlatılmamış Öyküler...
Sevgül Uludağ

*** Sekiz yıl önce kaybettiğimiz Mihalis Kirlitças anısına…

Kıbrıs'taki katliamları kendine dert edinen ressam Mihalis Kirlitças anlatıyor…

Sevgül Uludağ

8 sene önce Mihalis Kirlitças'ı kaybettiydik... Işıklarda olsun...

Mihalis Kirlitças, olağanüstü bir insandı... YENİDÜZEN'de "Kıbrıs: Anlatılmamış Öyküler" sayfalarımızda onunla yaptığımız geniş röportajı Aralık 2008'de yayımlamıştık...Mihalis Kirlitças bütün ömrünü barış, demokrasi ve özgürlük mücadelesine adamış bir insandı... Bir aktivistti, bir sendikacıydı, bir eylem adamıydı... Aynı zamanda bir ressamdı...Henüz 1989 yılında Larnaka'da bir sergi açmıştı... "Atlılar, Terazi ve Dohni'de öldürülen 229 Kıbrıslıtürk'ün anısına" adını verdiği bu sergide Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamı ile Dohni-Terazi katliamında öldürülenler için yaptığı resimleri sergilemişti. Larnaka Belediyesi bu resimlerden birisini satın alıp belediyenin duvarına astıktan sonra Kirlitças'a saldırılar başlamıştı. Kıbrıs Cumhuriyeti parlamentosunda bu resim tartışma konusu olmuş, bazı aşırı sağcı parlamenterler, Kirlitças'ı "hainlik"le, bir resmini satın alan Larnaka Belediyesi'ni de "Türk propagandasını finanse etmekle" suçlamışlardı.Mihalis Kirlitças, özellikle Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamını çok geniş biçimde araştırmış, bildiklerini bizlerle bu sayfada yayımlanan röportajında çok ayrıntılı biçimde paylaşmıştı... Bunlar, katliamla ilgili çok değerli bilgilerdi... Kirlitças, 11 Kıbrıslıtürk'ün "Kayıp Otobüs"ünü de çok iyi araştırmıştı – Oroklini'de bir kuyuya gömülen ve Kayıplar Komitesi kazılarında onlardan geride kalanlar bulunup da ailelerine iade edilen bu "kayıp" Kıbrıslıtürkler'in ailelerinin her yıl anma gününde Oroklini'de çok iyi biçimde karşılanıp ağırlanması için organizatörlerden birisiydi... Hayatını barışa adamıştı, hastalık onu vuruncaya kadar da ömrünü böyle geçirmişti...İki toplumlu barış gruplarının organizesinde gönüllü olarak aktif yer alan, pek çok afişe imzasını koyan, ünlü Che takvimini hazırlayan Kirlitças'ın pek çok Kıbrıslıtürk arkadaşı da vardı...Bu olağanüstü insan, bir süreden beridir kanserle boğuşmaktaydı... Sekiz sene önce böyle bir günde yaşamını yitirdi... Adamız, olağanüstü bir evladını zamansız yitirdi... Cenazesi Oroklini köyünde yapıldı... Kıbrıs'ta barışseverlerin başı sağolsun... Yeri kolay kolay doldurulamayacak bir boşluk bıraktı geride... Nurlar içinde yatsın...

Onunla YENİDÜZEN'de "Kıbrıs: Anlatılmamış Öyküler" yazı dizimizde yaptığımız geniş röportajı, onun çok değerli anısına tekrar yayımlıyoruz… Bu röportaj Aralık 2008'de YENİDÜZEN'deki sayfalarımızda yayımlanmıştı…

Kirlitças'la 2008'de yaptığımız röportaj şöyleydi:

"Mihalis Kirlitças, Kıbrıs'ta tanıyabileceğiniz en ilginç insanlardan biri... Öncelikle onun 60 yaşında olduğuna bir türlü inanamıyoruz – Tony ve ben, tabir caizse, az daha oturduğumuz yerden düşüyoruz! Çünkü hiçbir şekilde 60 yaşında göstermiyor... Belki de bu, onun aktivist yaşamından, dünyayla her dönem enternasyonal bağlarından, Oroklini köyünde kendine kurduğu sessiz, sakin ve dingin yaşamdan kaynaklanıyor...
Mihalis için "olağanüstü" bir insan tanımlaması yapabilirim... Henüz 1989 yılında Larnaka'da bir resim sergisi açıyor – sergi "Peygamberler ve Şairler" başlığını taşıyor... Nazım Hikmet anısına yaptığı resimler de var ve bu sergiye koyduğu resimlerden birini Muratağa-Atlılar-Sandallar ve Dohni'de öldürülen Kıbrıslıtürkler'in anısına ithaf ediyor... Resimi Larnaka Belediyesi satın alıyor ve o zaman kıyametler kopuyor! Güney Kıbrıs'taki Temsilciler Meclisi'nde bazı milletvekilleri, Larnaka Belediyesi'ni bu resmi satın almakla "Denktaş'ın propagandasına para yatırmakla" suçluyorlar!
Mihalis'i görmeye Tony Angastiniodis'le birlikte gidiyoruz çünkü Mihalis onun arkadaşı... Kaç zamandır Tony, onunla mutlaka konuşmam gerektiğinden söz ediyordu – nihayet bu röportajı ayarladığımızda, doğa da bize bir jest yapıp güneşli bir gün armağan ediyor...
Mihalis Oronklini köyünde yaşıyor... Beni, yazılarımdan tanıyor – konuştukça ortak arkadaşlarımız olduğunu keşfediyoruz... Stüdyosunda oturuyoruz... Her taraf büyük boy yağlıboya resimlerle dolu... Bunlardan bir tanesi Lefkonuk'ta öldürülen Melenikas'ın portresinin de bulunduğu bir resim... Lorca ve Che'nin de yağlıboya portreleri asılı... Mihalis, Tony'yle birlikte asma kata bir kitap aramaya çıktıklarında, ben de arkalarından yangın merdivenini andıran daracık basamakları tırmanıyorum – tam karşımda Adalı'nın yağlıboya tablosunu gördüğümde, hayretler içinde kalıyorum! Altında Türkçe olarak "Yaseminler koparılamaz!" yazıyor! Bu resmi, Kutlu Adalı öldürüldükten birkaç yıl sonra yaptığını anlatıyor... İşte o zaman onun başka yağlıboyalarını daha önce görmüş olduğumu hatırlıyorum! Evet! Ayhan Hikmet, Ahmet Muzaffer Gürkan, Kutlu Adalı, Derviş Ali Kavazoğlu ve Kostas Mişaulis'i birarada gösteren bir çalışmasını YENİÇAĞ gazetesinin duvarında asılı görmüştüm! Demek Mihalis, o ressam... Yurdunda ve dünyada olup bitenlere son derece duyarlı Mihalis Kirlitças, bize Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamında rol almış bazı kişileri de anlatıyor... Mihalis Londra'da yetişmiş çünkü o doğmadan çok önce, babası İngiltere'ye göç etmiş... Ancak 1980'li yıllarda Kıbrıs'a döndüğü zaman, Muratağa katliamıyla ilgili ayrıntıları tesadüfen öğrenmiş... Lefkonuk'ta 1958 yılında Melenikas'ı "hain" olduğu gerekçesiyle taşlayarak öldüren Grivasçı ekipten bazılarının, Muratağa-Atlılar-Sandallar'daki katliama karıştıkları anlaşılıyor... En azından emir-komuta zincirinde karşımıza çıkan bazı isimler bunu gösteriyor gibi...
1964 yılında Yusuf Tosun'un sürdüğü, içinde toplam 11 kişi bulunan Larnaka'dan Dikelya'ya giderken "kayıp" olan otobüsün hikayesini biliyor – otobüste bulunan insanlar geçtiğimiz aylarda şu anda Mihalis'in yaşadığı köy olan Oroklini'de yapılan kazılar sonucu ortaya çıkarılmıştı... Tosun'a ait otobüste bulunanların öldürülüşüne tanık olan ve küçük bir şirosu bulunan bir köylünün, o günlerde onları gömmeye zorlandığını, bu yüzden bir süre sonra adamın aklını yitirdiğini anlatıyor... Tarlalarda çalışırken otobüstekilerin başına gelenleri uzaktan izleyen bir kadının da bir süre sonra çıldırdığını anlatıyorlarmış...
Otobüsün kaybolduğu günlerde, Oroklini'nin girişinde, sahilde bulunan bir evde, bir Kıbrıslırum'la birlikte yaşayan bir Kıbrıslıtürk'ün de öldürüldüğünü anlatıyor bize... Bunu da köye yerleştikten sonra anlatılırken duymuş... Bir Kıbrıslırum'la birlikte yaşayan ya da evli olan bu Kıbrıslıtürk acaba kimdi? "Kayıplar listesi"nde adı bile bulunmayabilir – çünkü o günlerde Kıbrıslıtürkler'le Kıbrıslırumlar evleneceği zaman isimlerini ve dinlerini değiştirmek zorundaydılar... Bu yüzden adı "kayıplar listesi"ne girmemiş olabilir diye düşünüyoruz...
Oroklini, bu köyde yaşayanların çok iyi bildiği, ancak dışarıda telaffuz edilmeyen "sırlarla" dolu... Oroklini'ye tekrar giderek, bu "sırlar"la ilgili konuşmak isteyen insanları belki bulabiliriz... Mihalis'le tekrar buluşmak üzere sözleşiyoruz...
Oroklini'ye giderken bize gülümseyen doğa, dönüş yolunda sanki kararıyor... Belki de anlatılanlar içimizi karartmış – katliamlarla ilgili somut verilere ulaştıkça, katillerin portreleri kendiliğinden ortaya çıktıkça, durum daha da mide bulandırıcı oluyor...Belki bundan, Tony'yle dönüş yolunda pek az konuşuyoruz – arabaya sessizlik hakim oluyor... Arada bir öğrendiğimiz yeni şeyleri, eskiden bildiğimiz parçalarla birleştiriyoruz ama sonra yine sessizlik...
Mihalis Kirlitças'la röportajımız şöyle:

SORU: Mihalis, soyadın "Kirlitças" ne anlama geliyor?
MİHALİS KİRLİTÇAS: "Kirli" sözcüğünden geldiği söyleniyor... Büyükbabamın lakabı idi bu... Harika bir insandı o gerçekten!

SORU: Adı neydi?
MİHALİS KİRLİTÇAS: Hristus... Lefkonuklu'ydu büyükbabam... Ancak röportaja başlarken şunu söylemek istiyorum: Şu anda bulunduğumuz noktada, benim için esas olan geçmişi deşmek değildir. Benim için esas olan, bizim tek bir halk olduğumuzu ve çözümün kesinlikle vazgeçilmez olduğunu gerçekten anlayan insanları birleştirmektir. Referandum sonrası hayatımı bu çerçevede yaşıyorum... Referandum öncesi de herşey "Hemen barış! Hemen çözüm! Adamızı hemen birleştirmeliyiz!" çerçevesinde idi...

SORU: Biraz ailenden söz eder misin?
MİHALİS KİRLİTÇAS: Annem Flamudi'dendir (Mersinlik) – bu esas olarak Venedikli nüfusa sahip bir köydü. Babam ise Lefkonuklu'dur (Geçitkale). Babam, gerçekten olağanüstü insanların bulunduğu bir ailede büyüme şansına sahipti... Bunu, dedem olduğu için söylemiyorum... Annemin adı Hristalleni'dir. Annemin dedesinin soyadı "Skudella" idi...

SORU: "Skudella"nın ne anlama geldiğini biliyor musun?
MİHALİS KİRLİTÇAS: Hayır... Ancak tek bildiğim, birkaç yıl önce bir İtalyan filmi seyretmiştim – filmin sonunda teknisyenlerden birinin soyadının "Skudella" olduğunu görmüştüm! Çok etkilenmiştim bundan! Babamın babası yani Hristus Kirlitças, çok ama çok özel birisiydi. Neden öyleydi? Çünkü Hristus, hastaları tedavi ederdi... Hatta Pergama'da iki toplumlu buluşmalardan birinde Mandrez'den bir Kıbrıslıtürk kadınla tanışmıştım – bu kadın doğduğu zaman tüm kol ve bacakları çıkıkmış... Doğumundan birkaç saat sonra onu Lefkonuk'a götürmüşler, büyükbabama... Bizim evde kalmışlar iki hafta boyunca – ve büyükbabam onu iyileştirmiş!...

SORU: Tıpkı benim büyükdedem Karakadı gibi yani! Ona da "Lapta Büyücüsü" ("Magos tin Lapithos") derlerdi – büyücü olduğundan değil, hastaları iyileştirmesinden, hayvanları evcilleştirmesinden ötürü!...
MİHALİS KİRLİTÇAS: Dedem yetenekliydi, kendi kendini yetiştirmişti, büyüyle ilgisi yoktu bunların, bilimle alakası vardı... Tahta parçaları, bandajlar kullanırdı, zeytinyağı ve masaj kullanıyordu. Büyükbabam, aslında Kıbrıslıtürk arkadaşlarıyla birlikte olmayı daha çok tercih ediyordu... Çok iyi dansederdi – çok iyi şarkı söylerdi her iki dilde de, Rumca da ama daha çok Türkçe... Herhangi birisinin elini öpmeme karşıydı, o insanın eli öpülmeye gerçekten layık olması gerekirdi, elini öpmem için. Papazların elini öpmeme bile izin vermezdi! Çok havalı bir anarşistti yani! Amcalarımdan biri bir hayvanı dövdüğü için 70 yaşın üstündeki büyükbabam, ona vurmuştu!
Kıbrıslıtürkler köyden kovulduğu zaman, Kıbrıslıtürk arkadaşlarından birini evine almıştı... Ancak adı neydi onun, hatırlamıyorum...
Bir yandan TMT bir tarafa çekiyor, Kıbrıslırum faşistler de itiyordu ve bir şekilde çabalarını koordine etmiş olmalılar çünkü sonuçta bu yüzden 1960'larda köyün "temizlendiğini" hatırlıyorum – boş evleri hatırlıyorum, o boş evlerin yanından geçerken hayaletimsi atmosferi hatırlıyorum köyde...

SORU: "Ganimet" yapıldığını hatırlıyor musun?
MİHALİS KİRLİTÇAS: Kıbrıs'ta değildim ki... Ben Londra'da doğdum, 1946'da...

SORU: Yani Lefkonuk'ta büyüdün, öyle mi?
MİHALİS KİRLİTÇAS: Hayır, hayır! Londra'da doğup büyüdüm... Babam, Lefkonuk'tan 9-10 yaşlarındayken ayrılarak Mağusa'ya gitmişti – terzi olacaktı. Küçük bir çocuktu ancak o dönem "illegal" olan sendikal harekete katılmıştı... Çıraktı... Küçücük yaşında sendikal harekete katıldığı için, bilmeden Kıbrıs Komünist Partisi'yle bağlantı kurdu – devrim, dünya tarihi gibi konularda eğitim aldı... Onun adı da Mihalis, tıpkı benimki gibi... Babamda bir damlacık bile ırkçılık ya da milliyetçilik bulamazsınız... Böyle bir şey yoktur! Yani doğru şeyi söyler, doğru şeyi yapar anlamında değil, doğasında böyle bir şey yok yani adamın! Biraz atlayarak gidiyorum anlattıklarıma ama örneğin 1950'li yılların sonlarında pek çok Kıbrıslıtürk, yaşamlarından endişe ederek Kıbrıs'tan ayrılıyordu – gelip Londra'da bizde kalıyorlardı mesela, bunu hatırlıyorum...

SORU: Yani baban, sendikal harekete ve Kıbrıs Komünist Partisi'ne katıldıktan sonra Londra'ya gittiydi...
MİHALİS KİRLİTÇAS: Londra'ya gittiydi evet... 1935-36 yıllarıydı – çok gençti o zaman.... Yine terzilik yapıyordu...

SORU: Nerede yaşıyordunuz Londra'da?
MİHALİS KİRLİTÇAS: Camden Town, Holloway... Ben de orada doğdum...

SORU: Bu arada annen ne yapıyordu?
MİHALİS KİRLİTÇAS: O da dikiş makinelerinde dikiş dikiyordu fabrikalarda... O günlerde bu fabrikaların sahipleri İtalyanlar ya da Yahudiler idi... Bunu da hatırlıyorum... Kadınlarla erkeklerin çalıştığı bu atölyeleri hatırlıyorum – o günlerde bu atölyelerin sahipleri gerçekten ilericiydiler, bunu da hatırlıyorum.

SORU: Onları neden böyle tanımlıyorsun?
MİHALİS KİRLİTÇAS: Örneğin İngiltere'de işçiler işçiydiler ve o günlerde bir sınıf bilincine sahiptiler – yabancı işçiler, şimdiki yabancı işçiler gibiydiler... Daha iyi bir yaşam peşindeydiler... İspanyol ya da İtalyansalar, hayatta kalabilmek için kaçmışlardı ülkelerinden. Bazı fabrika sahipleri de böyleydi... Eğer Yahudi ya da İtalyan veya İspanyolsaydılar, antifaşisttiler ve hayatta kalabilmek için kaçmışlardı ülkelerinden. Tabii, kar etmek zorundaydılar da! Böyle bir durum yani... Çok ilerici, çok aydın bir çevreydi bu söylediğim... Babam sürekli kitap satın alıyordu – çok şanslıydık çünkü örneğin Yunanistan'dan ya da Commonwealth (Ortak Pazar) ülkelerinden, mesela Rodezya, Güney Afrika, Kenya vs. gibi ülkelerden sürgüne gelen kişileri tanımıştık...

SORU: Yani bağı vardı... Yani hareketle bağını sürdürdü!
MİHALİS KİRLİTÇAS: Tabii! Babam harekete tümüyle bağlıydı – bu yüzden hiçbir zaman para kazanmadı – çok usta bir terzi olduğu halde, kendi adına para kazanmadı. İngiltere'de de, Kıbrıs'ta da partinin kuruluşunu gerçekleştirdi onun kuşağı... 1960'lı yılların başlarına kadar hayatına egemen olan şey partiydi... Ve biri iç, biri de dış nedenlerden ötürü, o ve onun gibi binlercesi AKEL'le ters düştüler. İç neden ENOSİS idi... ENOSİS kararı hiçbir zaman, partinin herhangi resmi bir organı tarafından kabul edilmiş değildi – hiçbir zaman resmi olarak kabul edilmiş değildi.

SORU: Yani baban, ENOSİS düşüncesine karşıydı demek istiyorsun...
MİHALİS KİRLİTÇAS: Evet, elbette! Tüm eski kuşak ve bazı liderler de buna karşıydı... Plutis Servas da karşıydı buna... Dış neden ise, Sovyetler Birliği'nin rolünün değişmesiydi... Emperyalizmle, şovenizmle çeşitli uzlaşılardı... Ve babam gibi insanlar hakkında kovuşturmaya gidildi, onlara çamur atıldı, Stalinizmin en kötü biçimini yaşadılar böylece – babam Stalin'i seviyordu oysa... Stalinizmin en kötü öğeleri kullanıldı onlara karşı – toplantılarda aşağılandılar mesela...

SORU: Yani tüm bunlar Londra'da oluyordu...
MİHALİS KİRLİTÇAS: Evet, Londra'da oluyordu, bazı şeyler de Kıbrıs'ta oluyordu. Elbette bu eski yoldaşların tek hatası, bir araya gelip örgütlenmemiş olmalarıydı... Hiçbir zaman örgütlenmediler – suçlanıyorlardı, öyleyse örgütlenmeliydiler ama yapmadılar bunu... Aynı şey bugün de geçerlidir. İnsanlar söyleneceğine ya da sessiz kalacaklarına, örgütlenmelidirler...

SORU: Yani böylesi bir ortamda büyüyordun sen... Büyürken Kıbrıs'la herhangi bir bağın var mıydı? Senin için "Kıbrıs" neydi yani?
MİHALİS KİRLİTÇAS: Bebekken getirmişti annem beni Kıbrıs'a. Sonra da gidip geliyorduk... Biraz karışıktır bu hikaye – annem beni Kıbrıs'ta bırakacaktı, olmadı bu, geri gittim falan filan... 1960'ta gelmiştik Kıbrıs'a – 14 yaşlarında falandım, gene Kıbrıs'ta kalma niyetiyle gelmiştik. Ancak babam aptal değildi, iklimi hissedebiliyordu, Kıbrıs'ta neler olduğunu görebiliyordu. Zürih anlaşmasını uygulamaya niyet olmadığını görmüştü... Pek çok kişi gibi, o da, perde gerisinde neler olup bittiğini biliyor olmalıydı... Babam hala parti üyesiydi, inatla sürdürüyordu üyeliğini. Ancak Kıbrıs o kadar küçük bir yer ki – mesela bazı liderler ailenizdendir, artı, insanlar dedikodu yaparlar ve kokuyu alabilirsiniz...Eğer uyanıksanız ve naif biri değilseniz, o zaman neler olup bittiğinin kokusunu alabilirsiniz yani... Böylece geriye döndük, Londra'ya...
1974'te Kıbrıs'a geri dönmeyi planlıyorduk – hatta annemle babam Derinya'da küçük bir arsa da satın almışlardı. Bu arsa şimdi "ara bölge"de kaldı! Yani dönüş hazırlığı yapıyorlardı ancak 1974 olayları meydana geldi ve olmadı...

SORU: Bu arada sen ne yapıyordun Londra'da?
MİHALİS KİRLİTÇAS: Sanat Okulu'na gitmeyi başarmıştım... Bu, öğrenci hareketlerinin patlama yaptığı yıllara rastlıyordu... Vietnam Savaşı yaşanıyordu... Ben de bu savaş karşıtı hareketin örgütlenmesine bütünüyle katılmaktaydım... Pek çok örgütle bağlantımız vardı – böylece Filistinli arkadaşlarımla tanıştım, Türk arkadaşlarımla tanıştım, Zimbabveli dostlarla tanıştım... Koleji bitirince sanayide çalışmaya başladım... Hiçbir zaman resim yapmaktan vazgeçmedim ama öğretmenlik yapmayı falan düşünmüyordum. Sanayide çalışmaya başladım. Bu arada Vietnam savaşına karşı hareketin uluslararası örgütlenmesinde yer alıyordum, Filistin'le dayanışma hareketinde yer alıyordum, sendikal hareketteydim... Hiçbir zaman gerçekten Kıbrıslılar'ın Londra'daki örgütlenmelerine katılmadım – Kıbrıslılar biraz izoleydiler...

SORU: Neden öyleydiler sence?
MİHALİS KİRLİTÇAS: Para kazanmaya çalışıyorlardı... Öğrenciyken de öğrenci hareketinde değildim – öğrencilerle tek bağlantım da siyasiydi, öğrencilerin sorunlarına yönelik değildi... Çok sıkı çalıştık, bazı şeyler kazandık, bazı şeyler başardık... O yıllarla ilgili ne söyleyebilirim, kestiremiyorum...

SORU: Kıbrıs'a ne zaman döndün?
MİHALİS KİRLİTÇAS: 1986'da... Londra'da bir süre sonra herşey zorlaşmaya başlamıştı – bazı yoldaşlarımız hapisteydi, bunun gibi şeyler... Mesela Ford araba şirketinde çalışıyordum, Londra'nın hemen dışında – çok güçlü bir örgütlenmeye gitmiştik orada. İşçilerin çoğunluğu Pencaplı'ydı – biraz da Pakistanlı vardı. Ve fabrikanın benim çalıştığım bölümünde, faşistleri yenmeyi başarmıştık – hatta seçimlerde bile faşistleri yenmiştik. Fabrikaya gittiğimde, beyazlar, yani İngiliz işçiler ağırlıkla, "Milli Cephe" (National Front) gibi faşist partilerde örgütlenmişlerdi... Onları yenmeyi başarmıştık. Birazcık da "proleterya diktatörlüğü"nü hayata geçirmeyi başarmıştık orada! Yeterince güç kazandığımız zaman, ben sendika yetkilisi olarak seçilmiştim – kendi vardiyamda böyleydim... Fabrikaya gazeteler getiriyorduk, bültenler getiriyorduk... Çok iyi gizli bir örgütlenmemiz vardı... Bu süreçte, bir noktada, tuvaletlerde faşist örgütün başkanıyla bir toplantı yapmıştım. Aptal değildiler – çok kurnazdılar. Sapkın diyebileceğim bir tür sınıf bilinçleri vardı bunların... Onlara "Bizlerden herhangi birisine dokanırsanız, faşist bildirilerinizden herhangi birini bu fabrikaya sokarsanız, bundan çok zarar göreceksiniz..." demiştim. Açık bir savaş ilan etmiştik onlara – ya hep, ya hiç'ti durum! Ya onlar, ya biz olacaktık. O noktaya varmıştık. Ve o tarihsel momentte, savaşı kazanmıştık... Bu faşistler bir aileyi öldürmüşlerdi – işçilerimizden birinin evine bomba atmışlardı, molotof kokteyli atmışlardı adamın evine ve karısı ile iki kızı ölmüştü bu bombadan... Sanırım 1983-84 yıllarıydı...
O dönem için kazanmıştık ancak sürekli çatışma vardı – polis sürekli işçilerimizi tutukluyordu... Gerçekten örgütleniyorduk ve yerel cemaatler üzerinde, Londra'nın o bölgesinde önemli bir etki yaratıyorduk – Liverpool'a, Manchester'de büyük etki yaratıyorduk. Hindistanlı İşçiler Örgütü'yle çok güçlü bağlarımız vardı. Bu çok büyük bir örgüttü. Siyah İşçiler Birlik Partisi'yle çok iyi bağlarımız vardı – bu da başka bir Marksist-Leninist örgütlenmeydi... Yani etki yaratmaya başlıyorduk... Böylece hem faşistler saldırıyordu bize, hem de polis. Birkaç yoldaşımız hapse atılmıştı. Ben serbest bırakılıyordum... İyi bir örgütlenmemiz olduğu halde, küçük küçük örgütlenmeler sürdürülebilir değillerdi – sorumluluğu sürdüremezlerdi... Küçük kıskançlıklar giriyordu araya, içten içe bazı şeyler bozuluyordu. İlk eşimle Kıbrıs'a tatil yapmaya gelmiştim. Bir Cuma akşamı gelmiştik – Larnaka dışında bir göçmen köyü olan Koççinos'ta kalıyorduk... Cuma akşamı gelmiştim ve uyumuştum – uyandığımda Pazar sabahtı... Oysa ben Cumartesi sabah olduğunu sanıyordum... Uyumuştum, uyumuştum, uyumuştum! Uyandığımda, kendimi farklı hissetmiştim. İyiydim – dönüp geriye baktığımda tüm o yıllar boyunca deli gibi koşuşturmuş olmalıyım diye düşündüm, "Şunu da yapayım, bunu da yapayım" diye koşuşturup durmuştum. Buradaki durumu da görünce, belki de artık birazcık Kıbrıs'a konsantre olmanın zamanının geldiğini düşündüm. Belki artık geriye çekilip insani katkımı yapmanın zamanının geldiğini düşündüm – benim insani katkım da resimlerimdi ve birazcık da insan gibi yaşamak istiyordum artık. Ben kimdim? Kimdim yani? Böylece Kıbrıs'a dönmeye karar verdim. İngiltere'ye geri gittim, işlerimi hallettim. Bu arada eşimle ayrıldık çünkü Kıbrıs'a gelmek istemiyordu – çok dostça, uygarca ayrılmıştık.
Kıbrıs'a dönmeden önce birkaç sergim olmuştu Londra'da – bunlar çok başarılı olmuştu. Nazım Hikmet'in şiirlerini popülerleştiriyordum. Neden böyle yapıyordum? Çünkü Kıbrıs'ta herkes Nazım Hikmet'i biliyordu ama herkes bir şiirinin yalnızca bir parçacığını biliyordu – "Sen yanmasan, ben yanmasam, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?" dizelerini... Ve Rumca çevirisi de bu dizelerin bir şiirin parçasından çok kulağa kötü gelen bir slogana dönüştürmüştü... Nazım Hikmet'i popülerleştirmeye karar verdim – pek çok resim yaptım, çok sayıda insan gördü bu resimleri... Pek çok Kıbrıslı gördü bu resimleri Londra'da... İstediğim bir diğer şey, insanların Nazım Hikmet'in hayatını birazcık öğrenmeleriydi – onun da satılmış bazı bürokratlar tarafından kovuşturmaya uğradığını öğrenmelerini istiyordum... Aynı mentalite AKEL'de ve başka yerlerde de vardı! Nazım Hikmet, son şiirlerinden birinde, otobiyografisiyle ilgili olan şiirinde, "Beni partiden atmak istiyorlar" diyordu... "Ancak onların hayatını kolaylaştıracak değilim" diyordu... Nazım Hikmet'e adadığım bu sergiyi gerçekleştirdim. Türk örgütlerle çok çok iyi ilişkilerimiz vardı – ancak bu da sorunlarla karşılaşmaya başlamıştı çünkü Türk komünistler de kendi aralarında kavgaya tutuşmuşlardı! "Birazcık yavaşlayacağım, Kıbrıs'a döneceğim, orada kendi katkımı yapacağım, sade bir yaşam sürdüreceğim – Kıbrıs'ta hala en önemli sorun şovenizmdir" diye düşünüyordum.
Kıbrıs'ta esas olan şovenizme karşı savaşmaktır ve tüm uygar insanları birleştirerek, çocuklarımızı bu korkunç hastalıktan korumaktır – çünkü bu hastalık okullardadır, futbol kulüplerindedir – hatta ana sütüne bile karışmıştır şovenizm!
Kıbrıs'a dönüp AKEL'le çalışmaya başladığımda, onların şovenizme karşı savaşmaya gerçekten ilgi duymadıklarını kavradım... Oysa AKEL üyelerinin %20-30 kadarı çok bilinçli anti-şovenisttirler ve neyin ne olduğunu çok iyi bilirler – ve ilerlemenin tek yolunun toplumda ve partide şovenizmi yenmek olduğunun bilincindedirler. Ortalarda bir yerde olan büyük üye kitlesi de birazcık bunun bilincindedir – ve bir de gerici unsurlar var... İdeolojik olarak zaaflar taşıyan bir liderlik var, onlardan çok daha iyi konumda insanlar vardır oysa. Öyleyse ne yapmalıydı?
Bir hareket yaratmaya çalıştık, partilerin de etkisiyle bunun büyümesini istedik – Ledra Palace'ta, Pile'de, Pergama'da iki toplumlu buluşmalar yaptık – ve bu şahane fırsatı CTP'ye ama esas olarak AKEL'e sunduk. Özellikle AKEL, bu hareketin öncülüğünü yapmaya ilgi duymuyordu!
Öyleyse kimlerle çalışıyorduk? Ta başından Özgür'le, İzzet'le, Durduran'la biraraya gelmiştik... AKEL'i teşvik ediyorduk, bu insanlarla gerçekten konuşsunlar diye...


SORU: Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamıyla ilgili bilgileri nasıl öğrendiğini anlatabilir misin Mihalis?
MİHALİS KİRLİTÇAS: Bu konuda bilgiyi on yıl kadar önce tesadüfen, yaşlı bir kadından öğrendim. Koççines köyünde yaşıyordu – hastaneye gitmişti ve geçmişte köyünde yaşayan bazı Kıbrıslıtürk kadınlarla karşılaşmıştı. 1996-97 yılları olmalıydı.. Kadın, aslında Lefkonuklu'ydu ama Piyi Peristeronalı'ya (Alaniçi) evlenmişti. Bunca yıl aradan sonra, bir zamanlar komşusu olan Kıbrıslıtürk kadınlarla hastanede karşılaşmıştı. Ve bana "Onlar tıpkı kızkardeşlerim gibiydi" diyordu... Onları görmekten çok mutlu olmuştu, çok duygulanmıştı... Ve o zaman bazı şeyleri hatırlamaya başlamıştı... Tesadüfen yanında oturuyordum bu kadının ve bazı şeyleri hatırlamaya başladığında, aniden konuşmaya başlamıştı – eski zamanlarla ilgili konuşuyordu... Konuşurken, "Ahhh! Neler yaptık! Onlara neler yaptık!" diyordu... Bunları söylerken, aniden oğlundan bahsetmeye başlamıştı... Onun adı da M. idi... Anlattıklarından çıkardığım şudur:
Piyi Peristerona (Piperisterona-Alaniçi) köyünden kaçtıkları zaman 1974'te, Ksilofau yöresinde bir tarlada kalmaya başlamışlardı... Ancak bir sabah çok erken, genç adamlardan oluşan bir grup görmüştü – köyden ayrılıyorlardı... Ve kadın kendi kendine "İyi bir şey için gidiyor olamazlar!" demişti... Gün yeni doğmuştu ki bu grup geriye dönmüştü... O zaman oğluna "Ye mu, bu e biye de? Nan bu game de?" yani "Oğlum, nereye gittin? Ne yaptın?" demişti... Tüm bunlar bir Shakespeare trajedisinin öğelerini taşıyor... Karanlık, kötü, temiz bir şey olamaz yaptıkları, kötü bir şey yani...
O zaman kadına "Peki nereye gittiklerini öğrendin mi?" demiştim... "O yer oğlum" demişti bana, "hani Mağusa'nın dışındaki o yer..."
Bu bana göre Muratağa-Sandallar-Atlılar'dı...
Tekrar karşılaştığımızda, ondan tekrar bilgi istemiştim... Bana bilgi vermiyordu. Birisini koruduğundan falan değil, yalnızca benim nasıl düşündüğümü anlayamıyordu... Kendi insanlarının böylesi bir şey yapmış olmasından iğreniyordu...
Ancak biliyorum ki, M., iki kişiyle çalışıyordu... Onlar da EOKA-B'ci idi... Böylece çevreme sorular sormaya başlamıştım. Ovgoru'da yaşayan L. isimli bir adam, bu olaylara karışmış olmalıydı. Babam da aynı sonuca varmıştı ancak elimde hiçbir kanıt yoktur bu konuda.

SORU: Nasıl birisiydi bu L. dediğin adam?
MİHALİS KİRLİTÇAS: Bir aile adamı – ailesi için herşeyi yapabilecek birisi... Bazı yönlerden "düzgün" bir adam – şu anlamda, kumar oynamaz, kadınların peşinde koşmaz, alkolik değildir falan filan... Daha önce, bu tür insanlarda sapkın bir sınıf bilinci olduğundan söz etmiştim. L.'nin de sapkın idealleri var. Onun için özür diliyor değilim, yaptığı hiçbir şeye gerekçe bulmaya da çalışmıyorum. Sadece onu tarif ediyorum... Bir noktada, egosu olsun, idealler için ihtiyacı olsun, sapkınlaştı... Bu tür bir faşist işte adam... Sapkın idealleri oluştu – mücadele etmek, hayatına bir anlam katmak ihtiyacı vardı – onun bu ihtiyaçları, kötü milliyetçiler tarafından sömürüldü, manipüle edildi, kullanıldı... Bu kötü milliyetçilerin en bilinçlileri, ne yaptıklarını, kimin için yaptıklarını ve bu yaptıklarından kimlerin çıkar sağlayacağını çok iyi biliyorlardı... En bilinçlileri, tam olarak ne yaptıklarının bilincindeydiler oysa L. gibiler yarı yarıya bilincindeydiler ne yaptıklarının – daha aptal olanlar da vardı aralarında, onlar ne yaptıklarını hiç bilmiyorlardı.
Lurucina'dan çok küçük yaşlarda ayrılan ve Londra'da yaşamaya giden bir arkadaşım vardı – onun babası da Mesarya bölgesinden bir TMT'ciydi. Arkadaşım babasıyla tüm ilişkilerini kesmişti – onlarca yıl boyunca babasıyla görüşmemişti... Derken babası kansere yakalanmıştı, çok hasta olmuştu ve Londra'ya kanser tedavisine gelmişti. Bunlar, ben Londra'dan ayrılıp Kıbrıs'a gelmeden önce oluyordu. Eski TMT'ci ile ona göre "hain" olan oğlu barışacaktı... Arkadaşım F., babasıyla ilk buluşmalarına giderken, benim de yanında olmamda ve babasıyla tanışmamda ısrar etmişti. Ve şöyle bir şey oldu: Adam tam bir centilmendi, kendi kendini eğitmişti – mükemmel bir Rumca'yla bana "Nerelisin?" diye sormuştu. Ona "Lefkonuklu'yum" demiştim. "Benim en iyi arkadaşlarımdan biri Lefkonuklu'ydu" demişti bana. "Kim?" demiştim. Ve bulabileceğiniz en korkunç insanlardan birinin, EOKA'cı, EOKA-B'ci bir adamın adını söylemişti! Ç.'ydi bu adamın adı... .Ç., L'nin babasıydı... Ve tüm bunları örgütleyen de M. idi. M., korkunç bir adamdı... Hayatında hiç çalışmamıştı. Lefkaridisler'le, Yorgacisler'le bağlantılıydı... Elbette tüm bunların ardındaki kişi Yorgacis idi...

SORU: Muratağa-Sandallar-Atlılar'daki katliama karıştığı söylenen, aynı soyadını taşıyan iki isim var...
MİHALİS KİRLİTÇAS: Oğulları olabilir onlar...

SORU: Hayatta mıdır bu adam?
MİHALİS KİRLİTÇAS: Hayır, hayır... Oğullarından biri Makarios yanlısı olduğu için öldürülmüştü EOKA-B tarafından ama kendisi hala EOKA-B olarak kalmaya devam etmişti! İsteseydim çok daha derin araştırmalar yapabilirdim ancak benim için detaylar o kadar da önemli değil...

SORU: Ancak Muratağa-Atlılar-Sandallar ile Palekitre'de (Balıkesir) yaşananlar farklıdır diğer yerlerden. Örneğin Çatoz'u ele alalım – bir grup savaş esiri vardı, komutan "öldürün bunları" dedi, öldürdüler ve gömdüler.
MİHALİS KİRLİTÇAS: Ertesi gece de Dohni yaşandı...

SORU: Dohni bile farklıdır bunlardan... Çünkü Muratağa-Atlılar-Sandallar'da olan şuydu: Erkekler tutuklanıp Leymosun'a gönderilmişti. Köyde yalnızca kadınlar ve çocuklar vardı. Ve bazı yaşlı adamlar. Ve Piyi Peristerona (Alaniçi), Aysergi (Yeni Boğaziçi), Lefkonuk'tan (Geçitkale) EOKA-B'ci 30 kişilik bir grup, köydeki kadınların ırzına geçmişlerdi... Genç kızların ırzına geçmeye başlamışlardı... Geride bir iz bırakmamak için tümünü öldürdüler... Palekitre'de de yaşananlar benzer çünkü 21 tane kadın ve çocuğu soğukkanlılıkla üç Kıbrıslıtürk öldürmüştü... Hatta Palekitre'de bir de bakire genç kızlar seçilmişti, ırzına geçilmek üzere... Eğer bir askersen ve cephedeysen ve savaşıyorsan, durum farklıdır. Buralarda doğrudan katliam yapıldı... Bebekler öldürüldü... Bunlar savaş suçu bile değildir, bunlar doğrudan insanlık suçudur...
MİHALİS KİRLİTÇAS: Tarihleri bir kontrol et – ben hiçbir zaman tarihleri kontrol etmedim ancak Muratağa-Atlılar, ikinci işgale karşı yapılmış bir şeydi... Yani tüm olayın ardında gerçek beyinler vardır – bu yamyamlardan söz etmiyorum... İyice hesaplanmış bir plandı bu...

SORU: Lefkonuklu M.'den, oğlu öldürüldüğü halde EOKA-B'ci olmaya devam eden M.'den söz eder misin biraz?
MİHALİS KİRLİTÇAS: Onun hakkında çok fazla bir şey bilmiyorum. Aslında Leymosunlu'ydu – Lefkonuklu değildi. Ancak tüm Mesarya bölgesi tanıyordu onu. Tipik bir oportünist gansterdi... Tam bir gangsterdi... Kıbrıs'ta yüksek sınıftan gangsterler, politikacılarla karışırlar... Yorgacis'in sağ kolu olmalıydı – öyle ofislerde falan değil ancak hareketi kitleselleştirmekte sağ kolu olmalıydı bu adam. Kitlesel faşist hareketi kurmak için sağ kolu olmasından bahsediyorum... Hükümette bir yeri vardı bu adamın – öyle bir işi vardı ki insanlara iş verebiliyordu, yol yaptırabiliyordu mesela, elektrik götürebiliyordu vesaire vesaire... Öylesi bir insandı ki tüm düğünlere giderdi mesela, milyonlarca gumbarosu vardı yani... Mesela devletin yol yapımında çalışan kişileri bu işe almıştı bakanlık adına... Oğullarından biri eski bir milletvekiliydi bu adamın.

SORU: Dionisis Malas'la bir röportaj yapmıştım ve bazı şeyler anlatmıştı. Muratağa-Sandallar'daki toplu mezardan iki de Hristiyan çıkmıştı, Kıbrıslıtürkler'le gömülmüş... Malas'a göre, bunlardan biri sözünü ettiğin M.'nin oğluydu... Yaralanmıştı, Maraş'taki hastanedeydi ve Aysergi'den EOKA-B'ciler gidip onu hastaneden alıp işkence yaparak öldürmüşlerdi. Ve onu da Muratağa'daki toplu mezara gömmüş olabilirlerdi falan...
MİHALİS KİRLİTÇAS: Hiçbir fikrim yoktu bu konuda... Herkes biliyor ki M.'nin oğullarından biri, kendi adamları tarafından öldürülmüştür...

SORU: Aynı insandan bahsediyoruz yani...
MİHALİS KİRLİTÇAS: Evet, evet!

SORU: Yani bu işlerin ardındaki itici güçtü ama kendi oğlunu da öldürmüşlerdi Makariosçu olduğu için!
MİHALİS KİRLİTÇAS: Evet, evet! Oğullarından birini... Çünkü oğullarından biri ona karşı çıkıyordu!... Belki kendisi emir vermemiştir oğlunun öldürülmesi için ancak böyle oldu... Korkunç bir adamdı – Larnaka'da fahişelerle takılırdı falan filan... Tam bir oportünistti bu adam... Önce mesela "Digenisci"ydi, sonra Yorgacisçi, iktidarda kim varsa, ona göre pozisyonunu değiştiriyordu... Tam bir siyasi sülüktü... Bu tür insanlar var yani... Mesela Papadopulos da Yorgacis'le birlikteydi bir dönem ancak Yorgacis'in işinin bitecek olmasını öğrenince, ondan uzaklaşmıştı... Yorgacis İngilizler'le birlikteydi ancak ne zaman ki dolarların daha fazla geçerli olduğunu gördü ve Amerikalılar'ın geleceğini gördü, hemen saf değiştirmişti... Tik tik tik... Denktaş da öyle...
Tüm bunlar da İngilizler için sorundu... Çünkü İngilizler kendilerini arkalarından bıçaklanmış gibi hissediyorlardı, ihanete uğramış gibi hissediyorlardı...
Ancak M. anahtardır... Keşke babam burada olsaydı, o bu ayrıntıları daha çok bilirdi...

SORU: Nerededir baban?
MİHALİS KİRLİTÇAS: Livatya'da bir yaşlılar evindedir... Çok yaşlıdır şimdi – tüm detayları bilmesinin yanısıra, konuların özünü bilir çünkü tüm bu insanları tanır... Bunların her yönünü bilir, iklimi bilir... AKEL geçen sene gelip ona bir madalya takdim etmişti... Parti dökümanlarına göre babam, en eski üyelerden biridir, eski partiyle bağlantılı. 10 ya da 11 yaşlarından başlar bağlantısı eski komünist partisiyle – sendikalardan ötürü. Küçük bir konuşma yapmışlardı ve sıra babama gelmişti. Babam "Beni onore ediyorsunuz" demişti "ancak onore etmeniz gerekenler var" diyerek parti üyesi olduğunu bildiği isimleri saymaya başlamıştı... Dülgerdiler, terziydiler, matbaa işçisiydiler, şahane yoldaşlarıydı bunlar... Tüm bunları hatırlamış ve adlarını saymıştı... Sonra da şöyle demişti: "Ancak, siz de parti olarak milliyetçiliğe ödün vermekten vazgeçmelisiniz" demişti... "Bu adada tüm sorunlar, sizin milliyetçiliğe verdiğiniz ödünlerden kaynaklanır" demişti... 87 yaşındadır babam – ve gerçekten sorunların özü buydu ve hala budur.

SORU: Sağlığı kırılgan mıdır şu anda?
MİHALİS KİRLİTÇAS: Evet... Sinirleri kırılgandır... Hadi gidelim onunla tanış diyebilirim, çok da hoşuna gider bu – harika bir yoldaştır. Ancak bunu tavsiye etmem çünkü kalbi kırılmıştır adamın... Kalbi kırıktır... 1964'te onu partiden atmışlardı, yüzlerce düşünen, aydın yoldaşı atmışlardı. Sonra da onu geri almışlardı partiye... O dönem bile, hiçbir zaman parti aidatını yatırmaktan vazgeçmemişti, Kıbrıs'a geldiğinde her seçimde oyunu da vermişti partiye. Ancak referandum sonrasında artık boş oy atmaya başlamıştı... Ki bu, onun için bir tür devrimdir. Pek çok insan bunun önemini anlayamaz – sanki 180 derecelik bir dönüştür bu onun için... "Tamam değilsiniz, iyi değilsiniz" anlamına gelir bu...

SORU: Piyi köyünün muhtarı P.A.'nın bu grupların başında olduğu ve Muratağa-Sandallar'da büyük rol oynadığını söylüyorlar bir de... Hayattaymış, bir tekerlekli sandalyedeymiş diyorlar...
MİHALİS KİRLİTÇAS: Bu ismi biliyorum...

SORU: Z.'yi biliyor musun? Leymosun'da din öğretmenliği yapıyor bir lisede... O da katliamda yer almış diyorlar...
MİHALİS KİRLİTÇAS: Z. ailesi, Piyi köyündendir... Bu bölünmüş bir ailedir... Bunların yarısı solcudur, yarısı sağcıdır... Bazıları Oroklini'de yaşıyordu... Hala burada yaşayıp yaşamadıklarını bilmiyorum çünkü Oroklinili değillerdir. Köyün içinde yaşıyorlardı, göçmen bölgesinde değil... Bunlardan birinin oğlu benim öğrencimdi ve ilerici insanlardı. Ancak çok büyük bir ailedirler ve onlar hakkında fazla bir şey bilmiyorum. Piyi Peristerona'dandırlar... Tıpkı M. gibi... Bazı söylentiler vardı – bilemiyorum belki de yalnızca söylentiydi bu... Her zaman aile içinde şöyle bir söylenti dolaşırdı: Liderlerinin, Angastina'dan (Aslanköy) bir papaz olduğu söyleniyordu...

SORU: Aslında bir papaz ve oğullarıyla ilgili bazı şeyler duymuştum ben de...
MİHALİS KİRLİTÇAS: Ah! Babam da böyle söylüyor!...

SORU: C.F.'nin adını duydun mu hiç? Veya A.K.R.'nin?
MİHALİS KİRLİTÇAS: Hayır...

SORU: Peki ya L.?
MİHALİS KİRLİTÇAS: Lisili (Akdoğan) L. mi?

SORU: Aynı soyadında bir isim daha var katliama karışmış görünen...
MİHALİS KİRLİTÇAS: L. ailesinin tümü Lisi'dendir (Akdoğan).

SORU: Bir de berber var, G. soyadında...
MİHALİS KİRLİTÇAS: Lefkonuklu olabilir bu aile... G. ailesi Lefkonuklu'dur... Bu ailenin çoğu berberdir zaten...

SORU: Yani berber bir aile bu G. ailesi...
MİHALİS KİRLİTÇAS: G. Türkçe bir sözcükten geliyor...

SORU: P.Y.?
MİHALİS KİRLİTÇAS: Y.'ler başka bir köydendirler – Akatu'dandırlar (Tatlısu), Ardana (Ardahan), Flamudi (Mersinlik) köylerindendirler...

SORU: S.?
MİHALİS KİRLİTÇAS: S.'ler Lisili'dirler (Akdoğan).

SORU: Demek ki Lisi (Akdoğan) bağlantısı da vardır...
MİHALİS KİRLİTÇAS: S.'lerden bir kişi M. ile çok yakındı ve ben hiçbir zaman neden böyle bir yakınlık kurduklarını çözememiştim... Hep "Neden? Neden?" diyordum. Çünkü çok farklı insanlardı S. ile M. Farklı "sınıf"lardandılar... M. zengindi, kendini beğenmişti – neden şu yoksul S. ile birlikteydi diye düşünüyordum...

SORU: EOKA-B, onları bir araya getirmişti!...
MİHALİS KİRLİTÇAS: Evet, evet!...

SORU: S. öldü mü?
MİHALİS KİRLİTÇAS: Evet... Eğer oysa tabii...

SORU: Bu S. nasıl biriydi?
MİHALİS KİRLİTÇAS: Çok yoksuldular... Mesela oğlu inşaat işindeydi ve ilerici birisi olmadığı halde, babasının geçmişiyle hiçbir bağlantısı olmasın istiyordu... Çok akıllı birisiydi, benimle görüşürdü oğlu ve bana çok sorular sorardı... Kızkardeşi İngiltere'dedir ve tam bir Nazi'dir... O kadar hastadır ki – kafadan sakat yani – psikopat gibi... Oysa kendi sade bir insandı, çok sade bir insandı. Koççinos'ta onların karşısında yaşıyordum.. Basit bir adamdı, biraz da aptaldı. Karısı çok iyi bir insandı, hiçbir şeyden haberi yoktu kadının.


MİHALİS KİRLİTÇAS: Size sözünü ettiğim M. gibiler gangsterlerdi, siyasi gangsterlerdi – vurucu güçleriydi...

SORU: Bir de milletvekili var, K. – onunla ilgili ne biliyorsun?
MİHALİS KİRLİTÇAS: Herkesin bildiği şeyleri biliyorum onun hakkında. Bazı solcuları sorgulayarak işkenceden geçirmiş ve onları dövmüştü... Mesela kuzenlerimden birini...Kuzenim EOKA-B'nin elinden kaçabilmişti Maraş'ta, şurada burada saklanıyordu, harika bir insandı... AKEL üyesiydi... Onlardan kaçabilmişti – ancak daha sonra işgalin başlangıcında ilk öldürülenlerden oldu... Kiriakos Hristofis idi adı kuzenimin, çok iyi bir insandı...

SORU: Yani K. tarafından sorgulanmıştı...
MİHALİS KİRLİTÇAS: Evet... Binlerce insan size bu adamın böylesi şeyler yaptığını söyleyecektir.

SORU: G.G. hakkında ne söyleyeceksin? O da karışmış gibi görünüyor katliama... O dönem 17.5 yaşlarında bir komandoydu... Sonraları o da bir milletvekili idi...
MİHALİS KİRLİTÇAS: Onun bir Kıbrıslıtürk akrabası var... Pile'yle Oroklini arasında Kıbrıslıtürkler'e ait arazilerin milyonlarca Kıbrıs Lirası değerinde olduğu anlaşılınca, bu G.G. aniden bir Kıbrıslıtürk akrabası olduğunu hatırlayıverdi! Ve tüm Kıbrıslıtürkler'in o kadar da kötü olmadıklarını keşfetti! Herkes de "Noluyor buna yahu?" diyordu! Ve mahkemelerde bazı davalar açtı, bu arazilerden bir kısmını alabilmek için... Teyzelerinden ya da halalarından biri yıllar önce bir Kıbrıslıtürk'le evlenmişti – o yüzden Kıbrıslıtürk yeğenleri var bu adamın. Katliama karışıp karışmadığını bilmiyorum... Aynı insandan söz edip etmediğimizden bile emin değilim...

SORU: Bir diğer milletvekili daha var, onun adı da K. Onun durumu neydi? Aynı yöredendi çünkü...
MİHALİS KİRLİTÇAS: Atina'da olduğunu söylüyor o günlerde...

SORU: Ancak benim duyduğum solcu bir Kıbrıslırum'u sorguya çekmiş, işkence yapılırken hazır bulunmuş, sonra bu insan işkencede ölmüş... Akatu'da (Tatlısu) olmuş bu olay...
TONY ANGASTİNİOTİS: Bu adam yapılan bu işkenceler sonrası kör olmuştu ve ardından ölmüştü...
MİHALİS KİRLİTÇAS: Evet, bu K. da aynı köydendir ve kardeşi de köyün papazıydı... Korkunç bir adamdı...

En korkunç EOKA cinayetlerinden biri Lefkonuk'ta işlenmişti – Menikos öldürülmüştü...

SORU: "Milliyetçiliğin Öksüz Bıraktıkları" yazı dizimde araştırmıştım Menikos'u ancak ailesi konuşmak istememişti... 58'de bir ağaca bağlanmış ve taşlanarak öldürülmüştü... EOKA onu "hain" ilan etmişti...
TONY ANGASTİNİOTİS: Evet, oğlu babasının itibarının iadesi için mücadele ediyor şimdilerde...

SORU: EOKA'nın "hain" ilan ettiği Menikos, Lefkonuk'ta yine M. tarafından mı öldürülmüştü?
MİHALİS KİRLİTÇAS: Evet, tabii... Amaçları solu darmadağın edip morallerini bozmaktı. Lefkoşa'da pek bir problemleri yoktu bunların ancak Lefkonuk'ta çok güçlü bir sol hareket vardı...

TONY ANGASTİNİOTİS: Öyleyse sol, bunların yaşanmasına nasıl izin verebildi?
MİHALİS KİRLİTÇAS: Güzel soru... Bunun olmasına izin verdiler. Oysa örneğin Marathovunos'ta (Ulukışla) solcular gidip EOKA liderlerini buldular ve "Sakın böyle bir şeyi aklınızdan bile geçirmeyin!" dediler... "Bitiririz sizi" dediler. Oysa Lefkonuk'ta birbirlerine karşı çok kibar davranıyorlardı...
Menikos'la ilgili fazla detay bilmiyorum... Menikos'un resmini yapmaya başladığımda, torunu buradaydı – PEO'da çalışıyor... Bana "Ama bu benim dedemdir" demişti... Onu tanıyordum ancak Menikos'un torunu olduğunu bilmiyordum. Menikos'un üç kızı, bir de oğlu vardı. Karısı hayattadır – ya Koççines'te ya da ondan sonraki köyde yaşıyor... Aynı tabloda dedem ve ninem de vardır... Onlar da Lefkonuklu'dur... Resimdeki de babamın evidir Lefkonuk'ta... Bu resimdeki ağacın altında öldürdüler Menikos'u ve sonra da bu ağacı kestiler...

SORU: Muratağa-Atlılar-Sandallar'la ilgili tablondan söz eder misin?
MİHALİS KİRLİTÇAS: Bir resim yapmıştım, Atlılar ve Dohni anısına... 1989'da bir sergi açmıştım Larnaka'da ve Larnaka Belediyesi bu resmi satın alma hatasını yapmıştı! Ve bu parlamentoda konu olmuştu! Milletvekillerinden biri, Larnaka Belediyesi'ni "Denktaş propagandası satın almak için para harcamakla" suçlamıştı... Bu, resmin alınışından birkaç yıl sonra oluyordu. Ve o günlerde beni işten atmaya da çalışmışlardı... Bu serginin adı "Peygamberler ve Şairler" idi... Sergide Nazım Hikmet, Che gibi portreler de vardı...

SORU: Yani bu resim hala Larnaka Belediyesi'nde midir?
MİHALİS KİRLİTÇAS: Evet...

SORU: Duvarda asılı mıdır yani?
MİHALİS KİRLİTÇAS: Evet, evet! Orada çalışan birisi var, bu resmi çok seviyor bu kadın. Kendi oturduğu yerdeki duvara asmıştı bu resmi...

SORU: İnanılmaz birisisin Kirlitças!
MİHALİS KİRLİTÇAS: Hayır, değilim aslında. Bu, özümün parçası...

SORU: Elbette, "normal" olan bu olmalı... Ancak bu durumda "inanılmaz" geliyor... Sergiye koyduğun ibarede de "Atlılar, Terazi ve Dohni'de öldürülen 229 Kıbrıslıtürk'ün anısına" diyorsun...
MİHALİS KİRLİTÇAS: Evet...

SORU: Sergiye neden böyle bir isim vermiştin?
MİHALİS KİRLİTÇAS: Çünkü bana göre bu sergideki insanlar "peygamber"diler çünkü gelecek olanı görebilen kişilerdi ve geleceği biçimlendirmeye başlayan kişilerdi. "Sihirbaz" anlamında değil...

SORU: Öğretmenlik de yaptın mı Mihalis?
MİHALİS KİRLİTÇAS: Evet, Larnaka Amerikan Akademisi'nde öğretmendim...

SORU: Oroklini'de durum nedir?
MİHALİS KİRLİTÇAS: Anastasiadis'in giremeyeceği bir köydür burası – buraya gelecek olsa onu linç ederlerdi! Bu köyde bazılarına göre Anastasiadis "hain"dir, "Türkler'e aşik" birisidir! Bazılarına göre Anastasiadis bir komünisttir!

SORU: Öyleyse iyi şanslar sana bu köyde yani!
MİHALİS KİRLİTÇAS: Örneğin Oroklinili olmayan ama bu köye evlenmiş olan bazıları gelip gizlice görür beni! Bunlar "Biz EVET oyu verdik!" derler!... Herkes beni tanır bu köyde...


SORU: Kutlu Adalı'nın resmini ne zaman yapmıştın?
MİHALİS KİRLİTÇAS: Sanırım 6-7 yıl kadar önceydi... İkinci kez fotoğrafı gazetelere basıldığı zaman yaptım bu tabloyu... Cenazeye gitmek istemiştik ancak geçişimize izin verilmeyince kızmıştım... Kıbrıslırum polislerden birisinin yaptığı yorumu da hatırlıyorum:
"İşte" demişti, "birbirlerini öldürüyorlar!"
"Hayır! Hayır!" demiştim ona, "her zamanki gibi siz öldürdünüz onu!"
"Hayır! Hayır!" demişti polis, "anlamıyorsun! Onu biz öldürmedik ki!" demişti...
Ben de ona "Hayır! Hayır! Asıl anlamayan sensin!" demiştim... Korkunç bir diyalogtu bu polisle aramda geçen! İnanılmazdı! Ledra Palace'ta...
"Hayır! Hayır!" diyordu, "onlar öldürdü onu!"

SORU: Şimdi neler hissediyorsun Mihalis?
MİHALİS KİRLİTÇAS: Bunu hiçbir zaman genç insanlara söylemezdim... Hayatımda ilk kez durumun şimdilik umutsuz olduğunu hissediyorum... Noel'in hemen sonrasında İstanbul'daydım bir toplantı için. Buraya giden öğrencilerimiz beni o kadar duygulandırdılar ki, kendi kendime "Kapat çeneni! İşine devam et! Düşkırıklığını onlara duyurmaya hakkın yok!" dedim...
O kadar yaklaşmıştık ki... Ben, herşeye rağmen, yanlış nedenlerle de olsa AKEL'i doğru yapmaya ikna edebileceğimize inanan insanlardandım... Ancak elbette naif olduğumuz ortaya çıktı çünkü başkaları yaptı esas manevrayı... Öyleyse şimdi nereden başlamalı? Yine iki toplumlu etkinliklere mi dönmeli?

SORU: O başka bir döneme aitti... O dönem için anlamlıydı...
MİHALİS KİRLİTÇAS: Ancak ideolojik olarak o savaşı kazanıyor gibi görünüyorduk...
Ancak durum ne olursa olsun, mutlaka doğru şeyi yapmalı insan... Şu anda bana göre doğru olan şey de yaptığımız işi devam ettirmek ancak bunu daha yüksek sesle yapmaktır... Daha kararlı, daha az naif biçimde yapmaktır. Daha somut olmalıdır insan. Beğensek de, beğenmesek de, AKEL'de hareketlenme yaratılmalıdır. İyimser değilim, onu söyleyeyim... Ancak anahtar AKEL'dir...


(*) Bu röportaj Aralık 2008'de YENİDÜZEN gazetesinde "Kıbrıs: Anlatılmamış Öyküler - Sevgül Uludağ" yazı dizisinde yayımlandı. Fotoğraflar, Mihalis Kirlitças'ın Oroklini'deki stüdyosunda röportaj esnasında çekildi. Kirlitças'ın bir resmi de, YENİDÜZEN yazarlarından gazeteci-yazar Kutlu Adalı'nın 1996'da öldürülmesi ardından yaptığı Adalı anısına bir tabloydu… Resimlerde Adalı anısına yapılmış bu tablo da görülebiliyor…

No comments: